Türk aydınlarının yüz akı, fikir nâmusu erbabı, keskin münekkid, muktesid kelâm üstadı, güçlü kalem, cesur yürek Cemil Meriç, bundan tam 30 sene evvel bugün dünyaya vedâ ederek Rahmet-i Rahman’a kavuştu: 13 Haziran 1987.
Cemil Meriç`le vefatından iki-üç sene evvel görüşüp tanışma imkânını bulduk. Göztepe`deki evinde üç kez ziyaret ederek, bir–iki defa da kitap fuarında görüşerek hususî sohbette bulunduk... Değerli kızları Ümit Hanım (Prof. Ümit Meriç), evlerine her gittiğimizde, babasının yanıbaşında ve her an için hizmetindeydi.
Hocayı bir ziyaretimiz esnasında, kendisine “Kırk Ambar” isimli en hacimli eserini imzalattık.
Halen hususî kütüphanemizde duran bu eserin ilk sayfasına şu veciz ifadeleri yazarak imzalama lütfunda bulundu: “Latif Salihoğlu`na… Kırk Ambar, kırk bin hücreli bilgi sarayından birkaç oda sergiliyor. Huzma safâ, da`ma keder.” Cemil Meriç (imza), 28 Haziran 1985.
* * *
Vefatından evvel üç kez ziyarette bulunma şerefine nail olduğumuz Cemil Meriç, şahsen tanıdığım, bizzat sohbet ettiğim ve eserlerinin çoğunu okuyarak düşüncelerini öğrenmeye çalıştığım son dönemin en dürüst ve haysiyetli fikir adamlarından biridir.
Hakperest bir araştırmacı, yerine göre münekkit, hakikatte münevver ve mütefekkir bir şahsiyet idi.
Cenâb-ı Hak ona rahmet eylesin ve ebeden razı olsun.
* * *
Şimdi de, Cemil Meriç`in özellikle Said Nursî ve Nur Risâlelerine dair yazıp söylediklerini aktarmaya çalışalım. Tâ ki, bu konuda hem zihnî kargaşa içinde olanlara, hem de hakikati olduğu gibi öğrenmek isteyenlere bir nebzecik de olsa faydamız dokunsun.
Nursî: İslâm tefekkürünün çağdaş idrake seslenişi
Çok erken yaşlarda görme yeteneğini kaybeden Cemil Meriç, ömrünün son döneminde geçirdiği beyin kanaması sebebiyle, kısmî felç geçirmiş ve yatağa bağlanmış durumdaydı... Kendilerini ziyaretlerimiz esnasında, sohbetimizin ana konusunu Said Nursî, onun eserleri, fikirleri ve tarih içindeki yeri gibi hususlar teşkil ediyordu.
Öncelikle, Said Nursî`yi çok geç tanıdığını hayıflanarak söylerdi. “Şayet kendisini önceden tanıyıp eserlerini tetkik etme imkânını bulsaydım, hayatımın akışı, yaşayış tarzım bambaşka olurdu” diyor ve şunları ekliyordu: “Üstad Bediüzzaman`ın eserlerini şayet ilk gençlik yıllarımda tanımış, okumuş olsaydım, büyük ihtimalle gözlerimi bu kadar erken yaşlarda kaybetmezdim… Önce Batı`ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu`da buldum. Doğu`da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî`yi tanıdım… Tanzimat`tan bu yana, İslâm tefekkürünü temsil makamında, bir tek onu tanıdım. Başka hiçbir şahsiyet, bu makamı dolduramıyor, hakkını veremiyor.”
* * *
Cemil Meriç, bizim için imzaladığı kitaptaki özel notunda “Huzma safâ, da`ma keder” diyordu.
Meriç Hoca, bu darb-ı meseli zikretmekle, bize şu mesajı vermek istiyordu: “Bu kitabı okuduğunuzda, safâ vereni alın, keder veren şeyleri ise bırakın.”
Biz de öyle yaptık. Okuduk ve içinde ekseriyetle safâ veren şeyleri bulduk... Ve, bu kitabın en safâlı yerin “Ezelî sır: Kader” başlıklı bir bölüm ile karşılaştık... Doğrudan doğruya Bediüzzaman Said Nursî`nin telifatı olan “Kader Risâlesi”ni tam bir hakperestlik ve kadirşinaslıkla nazara veren Cemil Meriç, konuya şu teknik terimlerin izahıyla giriş yapıyor:
“Kàmus der ki: `Kader, (lûgatte) ölçme, tahmin, ölçerek takdir ederek tâyin; (kelâmda) Allah`ın iradesini icrâdan, yani kazâdan evvel takdir etmesi, ölçmesi mânasındadır.`
“Kader, ezelden ebede kadar cârî ahval ve hâdisata hâkim olan, küllî İlâhî hükümlerdir.
“Kader, ölçüp biçip hüküm vermek; kazâ ise, bu hükmü infâz etmek, yani ezelden verilen hükmü ademden (yoktan) fiil haline getirmektir.
“İslâmda her şeyin takdir-i İlâhî ile, yani kadere tevfikan vücuda geldiğine inanmak şarttır.
“Cebriye mezhebi, bütün fiil ve hadiselerin ezeldeki takdir üzre vukua geldiğine inanır. Ona göre, irade-i cüz`iyye bir vehimden ibaret. (Batı dillerinde, fatalizm.)
“Bu karanlık mefhuma yeni bir aydınlık getirmek kimin haddi?
“Said Nursî, İslâm irfanının, cihanşümûl hakikatlerini küçük bir risâlede toplamış. Dinleyelim…” (Kader Risâlesi, 26. Söz.)
Kırk Ambar isimli kitabın 417-419 sayfalarında yer alan bu bölümde, sözü edilen Kader Risâlesi’nden birkaç paragraflık iktibas ve tam 7 maddelik yine iktibas ağırlıklı bir analiz yapılıyor.
Maddelerin bitiminde de, aynı risâleden cüz-i ihtiyarinin sarfına dair şu hakikatli veciz söz aktarılıyor: “Duâ ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.”
Meriç`in “Ezelî sır: Kader” başlıklı tahlilinin sonunda ise, takdir yüklü şu değerlendirmeyi okumaktayız:
“Yazı (Kader Risâlesi) şu ezelî hükümle tuğralanıyor: ‘Kader’e îman, îmanın erkânındandır. Kısaca, hayat-ı insaniye bütün teferruatıyle kaderin mikyası ile çizilmiştir ve kalemiyle yazılıyor.’.. Üstâd (Bediüzzaman), şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde büyük bir güvenle dolaşıyor. Üslûb kesif ve izahlar inandırıcı. Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke… İrfanımızın madde-i asliyesi olan bu fikirleri ne kadar anlayabiliyoruz? Heyhât! Ne meselenin kendisine âşinâyız, ne mefhumlara.”
İşte, Cemil Meriç`in müstesnâ bir nazarla baktığı Said Nursî ve onun aydınlatıcı izâhları hakkında söylediklerinden kısacık bir bölüm.