Millî Mücadelenin gözüpek kahramanlarından Kuva–yı Seyyare Kumandanı Ethem (Çerkes) Bey, bundan 67 sene evvel, yani 21 Eylül 1948'de vefat etti. Mezarı, Ürdün'ün Amman şehrindedir.
Bu büyük vatanperver, halkın nazarında da büyük itibar sahibidir. Ne var ki “resmî tarih”in nazarında hâlâ bir “hâin” olarak görülüyor.
Resmî tarih, bu meselede kesinlikle “yalan tarih”tir. Dolayısıyla da, bu dehşetli yalanın düzeltilmesi ve bu büyük haksızlığın mutlak surette giderilmesi gerekiyor.
Burada “iade-i itibar” derken de, esasen meselenin bu resmî yönünü kast ediyoruz. Yoksa, milletin kalbinde Çerkes Ethem’e karşı bir itibarsızlık söz konusu olmadığı gibi, tam aksine ona karşı fevkalâde büyük bir hürmet duygusu vardır, ki kendisi de buna tam lâyık bir şahsiyettir.
Bu durum karşısında, bize de kasten çarpıtılan yakın tarihimizi sorgulamak ve şimdiye kadar cebren dayatılan yanlışlarla yüzleşmek durumundayız. Böyle bir mecrâya girildiği takdirde, hakikaten bir millî kahraman olan Ethem Bey hakkında resmen de iade-i itibar cihetine gidilmesi kaçınılmaz olacak.
İşte size, Kuvâ-yı Seyyâre Kumandanı Ethem Beyle ilgili çarpıcı gerçeklerin bir özeti:
Ayak oyunlarının kurbanı oldu
Evet, gerçek ve sahte kahramanların büyük çapta yer değiştirdiği 1920'lerin Türkiye'sinde, bu cesur kahramana ne hazindir ki "hain" damgası vurularak, bile bile hudut haricine çıkmaya zorlandı.
1921 yılı başlarında uğrunda seve seve ölmeyi arzuladığı vatanından ayrılmak mecburiyetinde kalan Ethem Bey, ömrünün geri kalan 28 yılını gurbet ellerde geçirdi.
Daha sonra "vatan haini" damgası vurulan 150'likler listesine dahil edilen Çerkes Ethem'in Türkiye topraklarına ayak basmasına kànunî yasak getirildi. Şayet gelecek olursa, derhal yakalanacak ve idam edilecekti.
Daha sonraki yıllarda genel aflar çıktı. En ağır cezaya çarptırılanların da bir kısmı Türkiye'de döndü. Sağlığında gelemeyen bazılarının ise, “nakl-i kubur” ile naaşları Türkiye'ye getirildi. Çoğunun mezarı Şişli'deki Hürriyet-i Ebediye Tepesinde.
Ethem Bey ise, 150'likler arasında bir istisna olarak kaldı. O, ne sağlığında gelebildi Türkiye'ye, ne de naaşının getirilmesi için ciddî bir teşebbüste bulunuldu.
Neden acaba? Mithat Paşadan Talât Paşaya, Prens Sabahaddin Beyden Enver Paşaya kadar, birçok muhalif şahsiyetin naaşı başka diyârlardan Türkiye'ye getirildiği halde, Ethem Beye yapılan bu ayrıcalığın sebebi nedir acaba?
Elbette ki, düşünmeye değer...
Haydi diyelim ki, bu vatanperverin mezarını vatanına getirtmek için bir çaba gösterilmiyor. Aslında, uhrevî noktadan bakınca, bu çok da gerekli bir mesele değil. Hani, bırakalım da makberinde rahat uyusun denilebilir.
Ancak, ona haksız yere yapıştırılan şu "hain" yaftasına ne demeli? Bu damgalama, bu kara çalma haksızlığı ne zaman giderilecek? Yıllardır hemen her meselede "açılım" yapılıyor da, Ethem Bey hakkında niçin bu zifirî bir kapalılık hali devam edip gidiyor?
Bir kere, Ethem Bey hain diyebilmek için vicdanını satmak, ya da bile bile vicdanını çiğnemek gerekir. Bu şahsiyet, haşa ki eğer hain olsaydı, Millî Mücadalenin en çetin döneminde, en zor işleri halletmeye yönelmezdi.
Kaldı ki, onun tâ 1921 yılı başlarına kadar çok yararlı işler yaptığını düşmanları dahi biliyor, söylüyor, yahut bu hakkı teslim etmeye mecbur kalıyor. O halde neden hain olsun ki?
Bir kere, içinde ihanet duygusu olan bir kimse, bu ihanetini en zor, en kritik bir zamanda gösterir.
Halbuki, Ethem Beyin hareketlerinde böyle bir durum söz konusu değil. Dahası, Kuva-yı Seyyarenin başında yaptığı hizmetler, Millet Meclisi tarafından da takdir ve alkışla karşılandı. Hatta, o dönemde "millî kahraman" olarak ilân edildi.
Esasında, Ethem Beye karşı geliştirilen cephenin en büyük korkusu, onun ihaneti, yahut ülkeye zararı dokunacağı gibi bir ihtimalden kaynaklanmıyordu.
O mâlum cephenin en büyük korkusu, onun bütün bir milletin gönlünde taht kurması, cesaret ve kahramanlıkta zirveye çıkmış olmasıydı.
Ethem Beyin gölgesinde kalmaktan sıkılan şan–şöhret zebunları, ne yapıp edip onu diskalifiye etmenin yolunu bulmaya koyuldular. Kumpaslara, türlü ayak oyunlarına tevessül ettiler. Bir taraftan da, halkı inandırmak için birtakım kılıflar uydurmanın gayretine düştüler.
Ne yazık ki, bu emellerinde önemli ölçüde muvaffak da oldular. Uzun yıllar, Ethem Beyin hain olduğuna milleti ve bilhassa yeni nesilleri uzun süre inandırdılar.
Dehşet verici bir propaganda bombardımanıyla, en ziyade Ethem Beyi karalamaya çalıştılar. Ne var ki, uğraştıkları kahraman sadece Ethem Bey değildi. Zaman içinde, kara listeye daha başka vatanperverleri eklediler. Meselâ: Kâzım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Paşa, Rauf Orbay gibi, Millî Mücadele beyannâmelerinin altına imza koyarak hayatını hiçe sayan muvaffakiyetli kumandanlar...
Bütün bu kahramanları harcamaya koyulanların başında İsmet Paşa görünüyordu. Fakat, o tek başına hareket etmiyordu. Onun kuvvet aldığı daha başka dayanak noktaları vardı. Yoksa, kendisinden daha eski, daha rütbeli ve daha tecrübeli olan silâh arkadaşlarını dışlaması, hatta herbir bahane ile onları cezalandırma cihetine gitmesi mümkün değildi.
Başta Ethem Bey olmak üzere, Millî Mücadelenin diğer kahramanları üzerindeki sis perdesi henüz dağılmış değil. Esasında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin özellikle ilk çeyrek asrının hemen tamamı hâlâ sis perdesi altında bulunuyor. Sis perdesinin dağılacağı günler dileğiyle...