Kur’ân’ın Kevser havuzunda erimeye muazzam, muhteşem bir yöneliş var.
Bilumum siyaset, şahsiyet ve ticaret çengelli engellemelere rağmen, Nur’un şahsiyet-i mâneviye dairesine kemâl-i şuur ve idrak ile dahil olanların sayısı günden güne artıyor.
Bilumum “Böl-parçala-yut!” maksatlı plân ve stratejilere inat, muhakeme-i akliye ile iman hizmeti etrafında kenetlenip yek-vücut olanların sayısı artarak devam ediyor.
Evet, bu mânadaki sevindirici gelişmeleri Türkiye’de olduğu gibi bilhassa son bir-iki ay zarfında yaptığımız Avrupa ve Avustralya seyahatlerinde de görüp yakînen müşahade ettik.
Bu hayırlı ve müjdeli gelişmelerin sebeplerini haliyle merak edip kendi çapımızda araştırdık. Âcizane, tesbit edebildiğimiz öncelikli sebepleri aşağıdaki şekilde sizlerin dikkat nazarına takdim ediyoruz.
Birincisi:
Şu “açıktan para toplama” seansları artık ikrah getirmiş. Dolayısıyla, bu işi profesyonelce yapan gruplardan zamanla kaçışlar, uzaklaşmalar başlamış.
Açıktan para toplama işi son derece sakat ve sakıncalı. Toplanan paraların âkıbetini kimse bilemiyor. Kayıt yok, makbuz yok.
Ayrıca, işin içine riya, gösteriş, şüphe ve rekabet gibi ihlâsı kıran nâhoş şeyler de giriyor.
Zamanla grup sempatizanlarını bıktırıp usandıran bu tür alışkanlıkların bir türlü son bulmaması, haliyle soğumalara ve gruptan kaçışlara sebebiyet vermiş.
Grubundan uzaklaşanlar ise, bu cihetten rahatsız edilmeyecekleri daha güvenilir bir başka manevî atmosferi arayıp bulmaya yöneliyorlar.
İkincisi:
Maddiyat gibi şahsa bağlılık da fedakâr insanları usandırmaya başlamış.
Realite şu ki: Bütün mahareti şahısta gören ve her iyiliği şahsa mal eden sistemler, çağımızda fire vermekten kurtulamaz ve zaten kurtulamıyor.
Evet, şahıs merkezli yapılarda, bütün şân ve şeref tek şahsa verildiği için, şahsa bağlı olanlar, zamanla kendilerinin adeta sürü yerine konulduğunun, hatta bir nevi figüran olarak kullanıldığının farkına varmaya başlıyor.
Bu silikleştirme çarkına daha fazla dayanamayan fedâiler bile artık gına getirerek, birer-ikişer parçalarla gruptan uzaklaşmayı tercih ediyor.
Şüphesiz, bunların da ciddi ve samimi olanlarını ancak bir şahs-ı mânevî tatmin, muhafaza ve istihdam edebilir.
Üçüncüsü:
Bu dehşetli fitne-fesat zamanında, büyükler (ebeveynler) kendilerini bile muhafaza etmekte zorlanırken, yeni yetişen nesilleri ve bilhassa evlâtlarını imân ve ahlâk dairesinde tutmakta büsbütün zorlandıklarının gayet iyi farkındalar.
Evet, bu zamanın çocuklarını ve bilhassa gençlerini etkisi alan çok dehşetli ve son derece yaralayıcı olan cazip tehlikeler, zehirli alışkanlıklar var.
Gençler, hem zehirli, hem de yakıcı olan bu tehlikeli ateşlere ne yazık ki severek, isteyerek ve adeta sarhoşcasına atılıyorlar.
O yakıcı alevler içinde debelenenlerin çoğu, ne acıdır ki, çevresindekileri ve bilhassa emsâlleri olan gençleri de aynı cehennemin içine çekmeye çalışıyorlar.
Bu fecâat karşısında alabildiğine zorlanan büyükler, ister istemez bir çare arayışına girmeye mecbur kalıyorlar.
Çare ise, ne siyaset, ne maddiyat, ne de şahısperestliktir.
Bu dehşetli derdin devâ bulması, hem annelerin, hem de babaların bir şahsiyet-i mâneviye etrafında toplanarak meşveret etmeleri ve birlik-beraberlik ruhu içinde hareket etmeleriyle mümkün olur ancak.
İşte, sorumluluk sahibi olan ebeveynler, böylesine bir şuur ve idrak ile biraraya geliyor ve nesl-i âtinin imânını, ahlâkını tekâmül ile muhafaza edebilmek için ciddi tedbirler almaya yöneliyor ki, bu durum hamiyet sahiplerini gayet derecede memnun ve mesrûr ediyor.
Zaten yapacak daha mühim bir iş, ve başvurulacak daha güvenilir başka bir çare de kalmamış görünüyor.
Rabbim, hepimizin evlâdını şeytanî tuzaklardan muhafaza ile güzel ahlâk dairesinde istihdam eylesin.
***
RUZNÂME 20 Ocak 1920
Maraş’ta kahramanca direniş
Maraş halkı, haddi aşan işgalci Fransız kuvvetlerine karşı 20 Ocak 1920’te şanlı-şerefli bir direniş mücadelesini başlattı.
Maraş sancağında (kaza ile vilayet arası), mücadele meşâlesi (Sütçü İmam’la) aha evvel) de yakılmıştı.
Ancak, halkı büsbütün çileden çıkartan ve topyekûn bir mücadelenin fitilin ateşlemeye sebep olan yeni bir gelişme daha yaşandı. Şöyle ki: Bölgedeki işgal kuvvetleri komutanı, bir gün önce Maraş Mutasarrıfına (sancak yöneticisi) bir tebliğ göndererek, bundan böyle Maraş'ta guvarnör olarak bir Fransız binbaşının görev alacağını ve sorumlulukla birlikte inisiyatifin de o komutanda olacağını bildirir.
Bu tebliği duyan halk, birden galeyana gelir. Fransız boyunduruğu altında yaşamak istemeyen Maraşlılar, "Ya ölüm, ya istiklâl" diyerek dillere destan olacak bir mücadeleye girişir.
Maraş'ın hemen her tarafında şiddetli çarpışmalar yaşanır. Eli silâh tutan hemen her vatandaş işgalcilere karşı koymayı, bir vatan ve namus borcu sayar.
Bu şanlı direniş karşısında daha fazla dayanamayan ve günden güne geri çekilmeye başlayan Fransızlar, nihayet 12 Şubat 1920'de işgale son vererek Maraş'ı bütünüyle terk eder.
***
@salihoglulatif: Günümüz gençlerini öylesine dehşetli dinî-ahlâkî tehlikeler bekliyor ki, himmet ve hamiyet sahibi kimselerin buna seyirci, yahut lâkayt kalması düşünülemez. Sevindirici gelişme, mevcut tehlikelere karşı ciddî tedbirler almaya doğru şuurlu bir yönelişin başlamış olması.