Bugün 190’ın üzerinde üyesi bulunan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, 24 Ekim 1945'te ABD’nin New York kentinde kuruldu.
Halen, dünya çapındaki en büyük organizasyon mahiyetinde olan bu teşkilâtın kuruluş maksadı, özetle şudur: Savaşları önlemek, dünya barışını sağlamak, can ve mal güvenliğini korumak, toplumlar arasında ekonomik, sosyal ve kültürel münasebetleri geliştirmek.
Ayrıca, bu münasebetlerin sağlanmasında, kuvvet kullanılmasını da yasaklayan BM, aksine davrananlara karşı müşterek bir kuvvet teşkil edilmesini ve gerektiği anda orantılı bir güç kullanılmasını da kabul etti.
* * *
Teşkilâtın ilk kuruluşunda, çok partili sistemi kabul eden 50 üye ülke yer aldı. Yani, “kurucu üye” olabilme şartı, demokrasiyi, yani çok partili sistemi kabul ve bunu tatbik etmeye dayanıyordu.
Esasen, Türkiye’nin tek partili sistemden kurtulması da ancak bu sûretle, dolayısıyla mecburiyet altında mümkün olabildi.
* * *
Teşkilâtın kuruluşu için, öncelikle üzerinde anlaşma sağlanması gereken Anayasa mahiyetinde bir “mutabakat metni”nin hazırlanması cihetine gidildi. Bu maksatla da, San Francisco'da etraflıca bir konferansın yapılması kararlaştırıldı.
İşte, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 50 müttefik devlet, 25 Nisan 1945’te San Francisco'da bir araya gelerek, farklı başlıklar altında ve yekûn 111 maddeden müteşekkil Birleşmiş Milletler Antlaşması'nı hazırlayıp buna son şeklini verdiler.
Antlaşma, 25 Haziran’da oy birliği ile kabul edildi. Bir sonraki gün imzalandı. 24 Ekim 1945’te ise Güvenlik Konseyi'nin 5 daimî üyesinin yanı sıra, çoğunluğu teşkil eden diğer devletlerin de onay vermesiyle, bu antlaşma yürürlüğe girdi.
Böylelikle, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, bir bakıma “Anayasasıyla birlikte” kurulmuş oldu. Türkiye, BM Antlaşmasını “Milletlerarası Adâlet Divânı Statüsü” ile birlikte 15 Ağustos 1945’te kabul edip onayladı.
* * *
BM teşkilâtı, kendi bünyesinde çeşitli birimler (Güvenlik Konseyi, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi...) ihdas etti.
Zaman içinde kurulan birimlerin sayısı daha da çoğalarak, günümüze kadar devam edip geldi.
Bununla beraber, BM Teşkilâtının tam bir eşitlik, adâlet ve hakkaniyet üzere çalıştığını söylemek mümkün değil.
İdeal mânadaki işleyişin en büyük engeli ise, imtiyazlı, yani veto hakkına sahip beş üyenin Güvenlik Konseyi adı altında varlığını ve üstünlüğünü devam ettirmesidir.
Aralarında hiçbir Türk, Arap, hatta İslâm devletinin yer almadığı bu Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri şunlardır: ABD, Çin, İngiltere, Fransa, Rusya.
Mecburen Demokrasi
Türkiye’deki tek parti zihniyetine ve de alışkanlığına sahip olanların, kendi rızalarıyla demokrasiye geçiş yapması, yani çok partili siyasî hayatı kabullenmesi, hiç de kolay ve basit bir hadise olmasa gerek.
Bu geçiş hadisesinin kısacık bir hikâyesi şudur: 1945'te biten II. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye üzerindeki Sovyet Rusya'nın tehditleri devam ediyordu. Keza, dünya barışını sağlamak maksadıyla Birleşmiş Milletlerin (BM) yeniden teşkili çalışmaları dünya ülkelerinin gündemindeydi.
Böyle bir durumda, Türkiye Avrupa ülkeleriyle münasebetlerini geliştirmek ve Sovyet tehlikesine karşı dost ve müttefik ülkeleri bulmak mecburiyetinde kalmıştı. Bir yandan da BM'nin kurucu ülkeleri arasında yer almak istiyordu.
İşte, bütün bu beklentilerin karşılanabilmesi için, Türkiye'nin tek parti rejimini terk ile demokrasiye geçiş yapması gerekiyordu. Buna adeta mecbur kalmıştı. Bilhassa Avrupa ülkeleri, çok partili sisteme geçmeyen bir Türkiye'yi aralarında kesinlikle görmek istemiyordu.
Başkaca bir çare ve çıkış yolu kalmadığını gören Millî Şef İsmet Paşa, göstermelik veyahut göz boyamak şeklinde de olsa, başka bazı partilerin kurulmasına razı oldu.
Demokrasi adına böyle ciddî bir kapı açılınca, haliyle değişik isimler altında peşpeşe partiler kuruldu. (1945–50 yılları arasında kurulan partilerin adeti 25'i buldu.)
İşte, bu esnada kurulan partilerden biri ve yurt genelinde teşkilâtlanma kabiliyeti itibariyle en önemlisi Demokrat Parti (DP) oldu.
@salihoglulatif:
Bundan tâ 56 yıl evvel vefat etmiş olan Said Nursî'ye sataşmak, yalan ve iftiralarla ona kara çalmaya yeltenmek, asla mertlik değildir; aksine, tam bir nâmertliktir.