"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘Birliğimiz'e bin siyaset fedâ olsun

M. Latif SALİHOĞLU
13 Haziran 2015, Cumartesi 00:31
Kur’ân hizmetkârları, aralarındaki vahdet ve ittihada, birlik ve beraberlik ruhuna bin siyaseti fedâ etmeli.

Zaman âhirzaman olduğu için, ne yazık ki, bunun tam tersini yapanlar oldu, oluyor. Evet, vâ-esefâ “bir siyaset uğruna bin kardeş”ini gözden çıkaran, fedâ edenlere rastladık, bu acip zamanda.

İşte, derinden derine bir aldanıştır bu. Gaddar siyasetin yalancı propaganlarına düpedüz aldanmaktır bu. Kâinatta hiçbir şeye âlet edilmeyen kudsî bir dâvâyı fenâ ve fâni dünya siyasetine bir nevî kurban etmektir bu...

Fakat, gaflet perdesi öylesine kalınlaşmıştı ki, pekçok kardeşimiz yaşanan vahâmetin farkına varamadığı gibi, yıllardır sürüp giden kâbus dizisinin artık sona doğru yaklaştığını da fark edemedi. Biz ise, bu vahim hâlin şiddetli teessürünü, ıztırabını tâ yüreğimizde hissediyorduk.

İşte, bu meyandaki hissiyatımızı ifade sadedinde, geçen yılın başlarında aşağıda okuyacağınız nidâî sözleri satırlara döktük. Buyrun, 10 Ocak 2014 tarihli o yazıyı-özet halinde-bir kez daha okuyalım.

Gel! Hür ol, kul ol, mert ol!

Ey serkeş nefsim ve ey hayali arkadaşım!

Nedir bu telâşın? Niçin tedirgin oldun? Neden strese girdin böyle?

Bakıyorum da, sanki “sonun başlangıcı”nı hissetmiş gibi kara kara düşünmeye başladın.

Bakıyorum da... Sanki güvendiğin dağlara kar yağmış, sanki servet yüklü gemilerin batmış, sanki kurduğun ballı şirketlerin iflâs etmiş, sanki var gücüyle estirdiğin rüzgârlar tersine dönmüş, sanki nice zamandır bel bağladığın fânilerden ihanet darbesini yemiş gibi acip bir hâl var sende.

Görüyorum ki, iyiden iyiye huzurun kaçmış. Başını yastığa koyup rahat uyku bile çekemiyorsun. Birden hafakanlar basıyor, korkunç kâbuslar görüyorsun. Rüyâdan irkilerek uyanıyorsun. Uykun bölünüyor. Sabahı zor ediyorsun. ...Geceler bir yana, gündüzlerin de işkenceye döndü senin.

Görüyorum ki, bu gidişle yataklara düşecek, harap olacak, belki de helâk olup gideceksin.

Lâkin, senin bu acınacak halden kurtulma ümidin, bu fecî hastalıktan devâ bulma şansın vardır yine de...

Ama, önce bu hallere niçin düştüğünü, neden gece-gündüz azap çekmeye başladığını iyi bilmen, anlaman lâzım. O halde, biz de öncelikle bu fasıldan başlayarak, şu pek hayatî görünen mevzuya öyle devam edelim...

* * *

Ey gafil nefsim ve ey hayalî arkadaşım!

Şimdi bak, iyi dinle! Sen, fikren ve ruhen bağlı olduğun, içinde göründüğün cemaati küçümsedin. Kendini beğendin, başkasına perestiş ettin. Dahası, başkasına yaranmaya çalıştın.

Çalıştın, ama yine de yaranamadın. Çırpındığın, hatta meddahlık yaptığın halde, yine de üvey ve iğreti muamelesi gördün. Sana tam itimat etmediler. Mâzini, geçmişini kötüle dediler. “Biz kırk yıldır yanlış yaptık” itirafında bulunmanı istediler.

Evet, bu zilleti irtikâp ettin, fakat yine de memnun edemedin.

Nefesinle beraber, neredeyse bütün sermayeni tükettiğin halde, faydası olmadı. Seni yine de aziz görmediler; kendilerinden biri saymadılar. İki arada bir derede kaldın. Şimdi şaşkınları oynuyorsun. Gözün kararıyor, başın dönüyor. Bir türlü çıkış yolu, doğru yönü bulamıyorsun.

Kezâ, sen keyfiyete değil, kemiyete ehemmiyet verdin. Kendi kuvvet merkezini hiçe saydın; kendini başka cereyanların rüzgârına kaptırdın. Bir türlü sükûnet bulamadın. Azap ender azap çekiyorsun. Maalesef, daha da çekeceksin.

Çünkü, samimî kader arkadaşlarına, halis dâvâ kardeşlerine olan sadâkatini bozdun. Umumun hukukuna girdin. Temel içtimaî düstûrlara bile neredeyse tersinden baktın, yahut baktırmaya çalıştın.

Dahası seksen-yüz yıllık koca bir camianın izzetli, haysiyetli duruşunu lekedâr etmeye çalıştın, yahut çalıştırıldın. Hukuk-u Üstad’ı, hukuk-u Nuriyeyi çiğneme/çiğnetme bedbahtlığına düştün, yahut düşürüldün. Bir nevî ihanet etmiş oldun. Şimdi, o ihanetin sancılı, azaplı cezasını çekiyorsun. Ama, yine de “Oh olsun!” demiyorum; Allah kurtarsın diye duâ ediyorum.

* * *

Ey mağrur nefis ve ey hayalî arkadaş!

İçinde bulunduğun cemaatin meşveretini küçümsedin, şûrâ kararlarını neredeyse alaya aldın.

Aklını mühendis yapmaya, sönük kafa fenerinle etrafı aydınlatmaya çalıştın. Pilin bitti, projen iflâs etti.

Hariçteki muvakkat başarılara, yaldızlı tablolara bakarak, tuttun bir de ahkâm kestin: “Bizim umumî şûrânın kararı şöyle imiş; ama, buna rağmen ben aksi yönde karar verip gidiyorum” dedin.

Dedin ve gittin de, nereye vardın?

Dünyevî saltanatın hem geçici, hem aldatıcı olduğunu düşünmeyip de ne kazandın? Başkası gibi, sen de aldandın; hem de çok fenâ halde...

Yola geldin mi? Aklın başına geldi mi, gelecek mi? Bunu henüz bilemiyor ve kestiremiyorum.

Lâkin, azaplı inlemelerini bâriz şekilde hissediyorum. Bu inlemeler, acaba Niyâz-ı Mısrî’nin terennüm ettiği şu mânâya mı geliyor: Bir ticaret yapmadım; nakd-i ömür oldu hebâ. Yola geldim; lâkin; göçmüş cümle kervan bîhaber.

Veyahut, aslı Kürtçe olan şu darb-ı mesel mi senin hal-i pürmelâlini daha iyi tarif ediyor: “Kendimizi nihayet tanımaya başladık; lâkin, ömrümüzü de tüketmiş olduk.” Sözün orijinali: Hattâ me xo naskır; Me ômrê xo xelaskır.

* * *

Ey mütereddit, mütehayyir nefsim ve ey hayalî arkadaşım!

Eğer kendine gelmek, emin olmak, huzur bulmak ve hatt-ı müstakim üzere gitmek istiyorsan kalp gözüyle bak, can kulağıyla dinle.

Sakın ha, kula kul olma. Aklını, fikrini, iradeni bir başka fâniye teslim etme. Allah’a hakkıyla kul olabilmek için, kullara karşı şâhane hür, serbest ol!

Aynı zamanda mert ol, merdâne davran: Hayata karşı da, ölüme karşı da. Kimsenin minneti altına girme. Kimseden bir menfaat bekleme. 

İçinde bulunduğun dairenin izzetini, şerefini, haysiyetini koru. Mesleğinin muhabbetiyle yaşa. Hizmetini, başkasının husûmetine bina etme.

Ehl-i imandan olan şöhretli şahısların ne meddahı ol, ne de hasmı. İki halden de hayır gelmez.

Bâki olan dâvânı, fâni omuzlara yükleme. Yüklemeye çalışanlara da iştirak etme, onlara yardımcı olma.

Allah’tan gayrı kimseye boyun eyme. Kimseye de tepeden bakma. Yaradan’ın senin için vâzetmiş olduğu emir ve yasak dairesinde yaşa. Rahat et.

Kâmil mânâda hür bir kul ol. Yoksa, hem hürriyetin elinden gider, hem kulluğun. Hem dünyada azap çekersin, hem ukbâda...

Okunma Sayısı: 3818
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Garib Doğu

    13.6.2015 08:36:05

    Evet içinde bulunulan hali net gören,ifade ve analiz eden,istikbala doğru bakan,değerlendiren,ihtar ve ikaz vazifesini yerinde ve zamanında yerine getiren, basirane ve müdakkikane,büyük bir vukufiyet ve ferasetle bir yazılmış bir yazı.Hali ve istikbali doğru gören böyle hizmet erlerine ne kadar ihtiyaç var bir bilinebilse...Esen bu kadar kuvvetli içtima-i ve siyasi fırtına ve kasırgalara dayanabilen,mukavemet gösterebilen,bütün bu en namüsait şartlara rağmen metanet ve istikametini kaybetmeyen,hakta sebat eden,doğru misyon ve çizgisine sahip çıkan kahraman,fedakâr,halis,basiretli insanlar,İman ve Kur'an hizmetkârları bize ne kadar lazım bir biline bilse... Ve bunların kadrini layıkıyla bir bilebilsek,Muhafazalarına çalışabilsek...Evet bunu büyük bir samimiyet ve halis bir niyetle cemaatımızdan can-ü gönülden bekliyoruz

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı