Aşağıda okuyacağınız “12 Eylül Darbesi”ne ilişkin hatıranın hikâyesi, bundan tam on yıl evvel bugün tarafımızdan yazıldı.
Türkiye medyasında, sadece bizim köşemizde yayınlandı. Başka da bir kaynağı yoktur.
Bu noktayı vurgulamaktaki maksadımız şudur: Şimdi TRT-1’de tekrarı yayınlanan “Seksenler” dizisinin bir bölümünde, o aynı orijinal hadise, biraz değiştirilerek dramatize edildi ve öylece yayınlandı.
Bunu yapanlar, muhtemelen internette bir tarama yaptılar ve buldukları bu hatıra bilgisini diziye dahil edip yayınladılar.
Telif hakkı istemiyoruz; ama, TRT’nin ilgilileri bu hatırayı tesbit edip yazanı aramaları, yani sorup izin almaları gerekmez miydi?
Maalesef bunu yapmadılar. Ama, kesinkes söylüyorum, o hatıranın orijinalitesi bize ait olup, bundan on yıl evvel yine bu köşede yayınlandı.
Bilvesile, işte o hatırayı tekraren dikkat nazarlarına sunuyoruz. “Seksenler”in tekrarında rastlarsanız, bu yazdıklarımızı da lütfen hatırlayasınız diye...
13+Simitçi=14
Cemal Beyle komşu ve hemşehriyiz. Onunla zaman zaman sohbetlerimiz olur.
"12 Eylül Darbesi" olduğu esnada (1980), DİSK'e bağlı bir sendikanın İstanbul şubesinde çalışıyordu. Başından geçen ibretlik bir hadiseyi bize şöyle anlattı:
"Bir gün askerler geldiler. Birlikte çalıştığımız sendika yöneticisi arkadaşların hepsini topladılar. 'Sıkıyönetim Komutanlığı emridir. Sizi Selimiye Kışlasına götüreceğiz' dediler.
"Bizi apar-topar askerî araca bindirdiler. Yolda giderken, telsizle kaç kişi olduğumuz soruldu. Başımızdaki komutan da, heyecan ve telâştan olacak, iyice sayamadan 'Komutanım, 14 kişiler' diye cevap verdi. Halbuki, biz 13 kişiydik.
"Merkeze bilgi verildikten sonra, komutan tekrar saymaya başladı. Bir de baktı ki, toplam sayımız 13.
"Yeniden bir tedirginlik ve telâş başladı. Askerler, aralarında ne yapacaklarını konuştular.
"Kısa bir süre sonra, içinde bulunduğumuz araba durdu. Yolun kenarında simit satan bir adam vardı. Komutan, sert bir şekilde onu çağırdı. Adam da, yarı sevinç yarı ürkek bir vaziyette arabaya doğru koşarak geldi ve 'Buyrun abi, kaç simit istersiniz?' diye daha lâfını bile tamamlayamadan, kolundan tutup onu da aracın içine attılar.
"Bu vaziyette, yani 14 kişi olarak Selimiye Kışlası’na götürüldük. Oradaki görevlilere teslim edildik. Derhal nezarete atıldık.
"Simitçiyle birlikte ifademiz ancak üç ay sonra alındı.
"O zamanki kànunlara göre, gözaltı süresi üç aydı. Üç ay sonra mahkemeye çıkarıldık. Kimimiz beraat ettik, kimimiz hapsi boyladık.
"Fakat, en çok üzüldüğümüz kişi simitçiydi. Zira, o tamamen bir yanlış sayı telâffuzunun kurbanı oldu. O an için, yolun kenarında simit satmaktan başka hiçbir suçu yoktu. Bir hiç uğruna, üç ay müddetle nezarette kaldı. Bundan ailesinin dahi haberi yoktu."
* * *
Evet, ihtilâl tasarrufu kabilinden, bunun gibi daha başka hadiseler de var.İhtilâlleri–iyi niyetle olsa bile–alkışlayarak tasvip edenlerin, işlenen bunca zulüm ve adâletsizliği düşünerek ve her halde nedamet duyarak tevbe etmesi gerekir diye düşünüyoruz.
***
GÜNÜN TARİHİ: 13 EYLÜL 1871
Şinasi ve Tanzimat edebiyatı
Tanzimat döneminin tanınmış şair, edip ve gazeteci yazarı Şinasi, 13 Eylül 1871’de vefat etti.
Asıl ismi İbrahim Şinasi'dir.
İlk tahsilini tamamladıktan sonra, Tophane Müşiriyeti Mektubî Kalemine kâtip adayı olarak girdi. Burada lisan dersleri aldı. Sırasıyla Arapça, Farsça ve Fransızca'yı öğrendi.
Lisan ve edebiyata olan kabiliyeti sebebiyle, memuriyet makamlarında hızla yükseldi. Bilgisini geliştirmek üzere bir müddet Paris'e gönderildi. Burada ünlü bazı şahsiyetlerle tanıştı. Bu sayede büyük şöhret kazandı.
1854'te İstanbul'a dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Ardından Meclis-i Maarif Üyeliğine seçildi. Encümen-i Dâniş'te (İlimler Akademisi) vazife gördü.
Şinasi, Tanzimatçı Mustafa Reşit Paşa’ya hep yakın durdu. Onunla birlikte iş ve makam durumlarında da değişiklikler oldu.
1860'da Agâh Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl Gazetesini çıkardı. Devlet yönetimini tenkit etmesi ve Sultan Abdülaziz'e şiddetli muhalefette bulunması sebebiyle, resmî makamlardan uzaklaştırıldı. Sıklıkla Paris'e gidip geldi. 1869'da İstanbul'a döndükten sonra bir matbaa kurdu ve eserlerini neşretmeye başladı. İki yıl kadar sonra da 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen öldü.
Şinasi, Batı dünyası, bilhassa Fransız kültürü etkisinde eserler verdi. Fransız kültür ve medeniyetine hayranlık derecesinde bağlandı.
Hürriyeti, meşrûtiyeti istemesi güzeldi. Ancak, gümrüksüz, filtresiz bir Batı taklitçiliğine soyunması, onu milletinden kopuk bir mecraya soktu.
Eserlerinden bazıları: Tercüme-i Manzume, Şair Evlenmesi, Durub-u Emsâl-i Osmaniye (atasözleri), Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr (gazetede çıkan seçme yazılar.