Dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde yer alan Türkiye, aynı zamanda yıkıcı zelzele hattında bulunuyor.
Bilhassa Marmara Bölgesinde vuku bulan 1509, 1766, 1894 ve 1999’daki depremler, pek yıkıcı olmuş ve sayısı tesbit edilemeyecek kadar çok ölümlerle neticelenmiş.
Keza, 1939’daki İzmir ve Erzincan Depremleri de öyle...
Bu tarihlerdeki depremlerde, yer yer zemin kaymaları olmuş ve yüzey şekilleri dahi değişmiştir.
Bunların dışında, Türkiye’mizde ayrıca şiddeti 6 ve üzerinde olan çok sayıda yıkıcı depremler vuku bulmuştur ki, bu seviyedeki sarsıntılara günümüzde de birkaç senelik periyotlarla şahit olmaktayız.
Netice itibariyle, bütün olup biten ve dahi el’ân devam edip giden şiddetli, hiddetli ve yıkıcı sarsıntılar, bize açıkça gösteriyor ve ders veriyor ki: Deprem, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde unutmaya gelmez ve gelmemeli.
Ancak, buna rağmen gaflete dalıp unuttuğumuz oluyor, yine de.
* * *
Cenâb-ı Hakk’ın, biz kullarına ikaz için ara ara gönderdiği belâ ve musibet taşları var: Düşük ve orta şiddetteki depremler gibi. Bunun yanı sıra, ayrıca sel, heyelan, kuraklık, yangın ve sair kazalar, fâcialar da aslında birer ihtar ve ikaz-ı İlâhidirler.
Şayet, bunlardan bir ders-i ibret alınmaz ve gaflet uykusuna yatmaya devam edilirse, peşi sıra daha şiddetli tokatlar geliyor ki, maazallah...
O halde, ufak çaplı olan o ikazlardan ve o işaret taşlarından gerekli dersi çıkarmalıyız ki, inayet-i İlâhiye imdadımıza yetişsin.
İlâhî inayet hasıl olunca, zelzele şiddetli de olsa, can kaybının az, hatta asgarî seviyede olması hem mümkün, hem de vâkidir.
İşte bu noktada örnek teşkil edecek bir vâkıa: 22 Mayıs 1766'da yaşanan ve İzmit'ten Tekirdağ'a, hatta Gelibolu'ya kadar uzanan büyük Marmara fay hattının kırılmasıyla neticelenen tahminen 8+ şiddetindeki depremde, yüksek tsunami dalgaları oluştuğu, Galata Kulesi, Topkapı Sarayı ve Fatih Camii başta olmak üzere, pekçok tarihî yapı ağır şekilde hasar gördüğü halde, ölü sayısı—160 binlik nüfusa göre—yine de çok az olmuştur: Bölgenin tamamında 5 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.
Bunun en önemli sebebinin izahı şudur: Deprem, Kurban Bayramının 3. günü olan Perşembe sabahı, gün doğumundan yaklaşık yarım saat sonra vuku buldu. Bu da, vatandaşların çoğunun sabah namazını kılmış ve dışarı çıkmış bir vakti gösteriyor. (Malûm, Mayıs’ın sonlarında, geceler kısalıp günler bir hayli uzamaya başlar.)
Elazığ, Erzincan, Adıyaman...
Bugünler Çanakkale ve Adıyaman çevresinde sıklıkla meydana gelen sarsıntıların bir benzeri, bundan yedi sene evvel aynı bugünlerde Elazığ ve çevresinde yaşanmıştı.
Mart 2010’da yıkımlara ve onlarca insanın ölümüne yol açan Karakoçan merkezli depremle eşzamanlı olarak, yurdun muhtelif yerlerinde de sarsıntılar yaşandı.
Bazı uzmanlar, o günlerde yaşanan küçüklü-büyüklü sarsıntıların, tetikleme neticesi daha büyük fay kırılmalarına yol açabileceğine dair tahminlerde bulundular.
Sarsıntıları durdurmanın, zelzeleye mani olmanın imkânı yok. Yaratılış kaidesi böyle. Denizin dalgaları gibi, arzın dalgaları da kıyamete kadar devam edip gidecek.
Ancak, bu İlâhî musîbet karşısında bazı tedbirleri almak, yaşanması muhtemel ânî ve toplu ölüm ihtimali karşısında hazırlıklı olmak, bizlerin elinde.
Tedbir ve hazırlık noktasında, Rabbimiz tarafından insanın ihtiyar ve iradesine bir hisse, bir paye verilmiştir: Zararı azaltmak, hasarı asgarî seviyeye indirgemek için, sağlam ve dayanıklı yapılar inşa etmek gibi mühim bir mükellefiyetimiz var.
Öte yandan, ölüme her an hazır olmak gibi, temel bir kulluk görevimiz var... Asıl vazifesini ve mükellefiyetlerini unutan, yahut ihmal eden insan, iki büyük hasarla karşı karşıya geliyor:
Depreme hazırlıksız yakalanan insan, dünyası gibi âhiretini de kaybedebilir. O halde, ölüme mahkûm ve musîbetlere mâruz her insan gibi, biz de kendimize dahima şunu sormak durumundayız:
BİR: Yıkıcı depremlere karşı gerekli tedbirleri aldın mı?
İKİ: Alâküllihâl başına gelecek olan ölüme karşı hazırlıklı mısın?
İşte, bu noktada alınacak tedbir ve yapılacak hazırlık şekline göre, kişi, dünyada da rahat ve huzur içinde yaşayabilir, âhirette de...
@salihoglulatif:
En sığ, en silik, en basit, en iğrenç... bir bakış açısı da şudur: Bakın, falanı bana karşı, filanı da bana düşman; e, o halde benden yana olmanız lâzım!
* * *
İyi de, sen KİMsin? Başkasını değil, önce kendini anlat. Yoksa, ucuz kahramanlık yapmış olursun, bilesin.