Münâzarât isimli eserinde, bir nidâ ile ve gayet veciz şekilde umuma ilân etmiş olduğu şöyle bir dâvâsı ve iddiası var: “İki elimde iki hayatımı tutmuşum; tek hayatlı olanlar meydanıma çıkmasın.”
Bilâ teşbih-velâ tesil, biz de şunu dâvâ edip nidâ ile diyoruz ki: Bilhassa cumhurî demokratik rejimlerde yapılan bütün darbelere karşıyız. Darbeler arasında ayrım yapanlar, yani sadece bazı darbelere karşı olan ikiyüzlüler, bizim meydanımıza çıkmasın.
* * *
İslâm dünyasında veya başka ülkelerde yapılan darbeleri bir yana bırakarak, yakın tarihte sadece Türkiye’de yaşanan darbe, muhtıra veya darbe teşebbüsleri hakkındaki fikir, kanaat ve tavrımızı gayet net bir şekilde sıralayıp özetleyerek devam edelim...
* * *
Biz 1909 Nisan’ında, yani 31 Mart Vak’ası sonrasında Hareket (Selânik) Ordusu’nun yapmış olduğu Meclis, Hükümet ve Saray darbesine şiddetle karşıyız.
Meşrûtiyeti tahkime çalışmak ve kuvvet vermek yerine, Sultan Abdülhamid’i devirerek, Üstad Bediüzzaman ve arkadaşlarını idamla yargılayarak, dehşetli zulümler, cinayetler işleyen bu darbenin elebaşısı durumundaki gaddar zalimleri de şiddetle kınıyor ve nefretle lânetliyoruz.
Öte yandan, şunu da gàyet iyi biliyoruz ki: Sözde hürriyet taraftarı, gûyâ meşrûtiyet muhafızı gibi görünen “hamiyet” maskesini takmış bazı sahtekârlar, bu darbeyi ve darbecilerin zalimâne tasarruflarını vargüçleriyle hep savunageldiler.
Zira, onlara göre, yapılan darbenin kime yaradığı, kime zarar verdiği önemli. Yani senin darbecin, benim darbecim meselesi. (Tıpkı “senin teröristin, benim teröristim” hikâyesi gibi.)
İşte, böylesi ikiyüzlü sahtekârların bizim yanımızda, meyanımızda veyahut meydanımızda yeri yoktur ve olamaz. Hürriyet, adâlet ve demokrasi noktasındaki samimiyet ve ciddiyetlerine de kat’iyen inanmıyoruz, inanamayız.
* * *
Aynı şekilde, Cumhuriyet dönemindeki her türlü darbe ve darbe teşebbüslerinin de şiddetle aleyhindeyiz. Zerrece olsun, hiçbirine taraf olmadık, olmayız.
Dahası, bunların tamamını her vesileyle kınadık ve kınıyoruz.
Meselâ: Kanlı 27 Mayıs (1960) Darbesi. Kumpaslı 12 Mart (1970) Muhtırası. Münafıkane 12 Eylül (1980) İhtilâli. Mahiyeti karanlık 15 Temmuz (2016) Saldırısı. Vesaire...
Evet, biz bütün bunlar ve benzeri mahiyetteki kanlı-kansız darbe, muhtıra, ihtilâl veya saldırılar arasında herhangi bir ayrım veya tercih yapma cihetine gitmeden, istisnasız tamamına karşı durduk; her vesile ile eleştirdik, eleştirmeye devam ediyoruz.
Ne var ki, bütün bu darbelerin hepsine birden aynı zaviyeden bakmayan, dün olduğu gibi bugün de aynı tavrı takınmayan, aynı tepkiyi göstermeyen ve aynı tarz bir fikrî muhalefeti sergilemeyen mebzûl miktarda kişi ve gruplar var çevremizde.
Meselâ, kanlı 15 Temmuz Saldırısına şiddetle, hiddetle, hatta sınırsız bir kin ve nefretle karşı geldiğini her vesileyle izhâr eden çok sayıda insanımız var ki, 12 Mart Muhtırası veya 12 Eylül Darbesi’ne karşı son derece duyarsız ve umursamaz bir tutum sergiliyor.
Niye? “Sana dokunan; bana dokunan darbe” meselesi... Veyahut “Bana dokunmayan darbe, varsın bir 35 sene daha yaşasın” umursamazlığı...
İşte, biz böyleleriyle aynı fikir meydanında bulunamayız ve aynı siyasî kulvarda yol arkadaşı olamayız. Zira, tutarsızdırlar. Böyle tutarsızların demokrasi, hürriyet, adâlet ve hakkaniyet noktasındaki samimiyet ve ciddiyetlerine de doğrusu inanamıyoruz, güvenemiyoruz.
İki parti ve iki darbe
Gerçekte, birbirinin devamı mahiyetinde olan Demokrat Parti gibi Adalet Partisi de darbe mağduru olan iki siyasî partidir.
Biri 27 Mayıs İhtilâli, diğeri ise 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbesiyle iktidardan zorbalıkla uzaklaştırılmış ve bu siyasî misyona olan milletin teveccühü gayet münafıkane manevralarla kırılmaya çalışılmıştır.
Dün olduğu gibi, günümüzde de hayret ve taaccüp ettiğimiz bir durum var. Şöyle ki: Darbeye ve darbecilere şiddetle karşı olduğunu söyleyen kimi siyasî fikir sahiplerini azıcık konuşturup test ettiğimizde, darbelere maruz kalan, yani mağdur durumdaki siyasî partilere ve liderlerine mülâyemetle bakacaklarına, tam aksine, daha şiddetli bir kin ve husûmetle ateş püskürdüğüne şahit olmaktayız. Üstelik, istisnalardan ibaret değil; maalesef, misâlleri sayılamayacak kadar çoktur.
Bunlara defalarca şahit olunca, bu tür kimselerin hürriyete ve demokrasiye olan samimiyetinden ve ciddiyetinden haklı olarak şüphe etmeye başlıyoruz. Hatta diyebiliriz ki, bunların insafı dahi şüphelidir, arızalıdır.
Zira, bakıp aşikâr şekilde görüyorsunuz ki, cuntacıların darbe ile devirdiği aynı siyasîlere, kendisi de başka türlü darbe vuruyor, yani bir tekme de kendisi vurmuş oluyor. Adeta, “Onlara oh oldu” diyor, yahut öyle demeye getiriyor.
İşte, böylelerinin hürriyet ve demokrasi noktasındaki samimiyetine, ciddiyetine, tutarlılığına nasıl inanacak ve nasıl güveneceksin?
***
@salihoglulatif:
Bilhassa hanımlara, annelere, lohusa veya bebekli kadınlara yapılan bed-muamelenin insanlıkla bağdaşır yönü yoktur.