"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ayasofya’ya ‘Atatürk’ ile misilleme

M. Latif SALİHOĞLU
24 Kasım 2016, Perşembe
GÜNÜN TARİHİ 24 Kasım 1934

Hem bir hâkimiyet nişanı, hem mukaddes bir fethin sembolü olan Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934'te alınan uyduruk bir Bakanlar Kurulu Kararıyla müzeye çevrildi.

Uyduruk olduğunun birinci sebebi, söz konusu kararnâme belgesinin altında görünen M. Kemal’in “K. Atatürk” şeklindeki imzasının, onun bilinen normal imzasına hiç, ama hiç benzememesi.

Bir diğer sebep ise, “Ayasofya müzesi kararnâmesi”nin güya imzalanmış olduğu aynı günde (24 Kasım), M. Kemal’e de “Atatürk” soyadının verilmiş olmasıdır.

Yani, aynı gün içinde hem acip bir kararname, hem yeni soyadı, hem de o soyadına uygun yeni bir imza... Bunda bir gariplik, bir tuhaflık olduğu kesin; ama acaba ne?

Mesele, hâlâ bir sır, hatta bir “kapalı kutu” mahiyetinde. Bu işin sırrı ne zaman açıklanır, Ayasofya üzerindeki sis perdesi ne zaman kaldırılır, henüz bütünüyle meçhûlde.

Her ne ise, şimdi aynı günde denk getirilen bu iki farklı konunun, kısmen de olsa izahını yapmaya çalışalım.

Yürürlükten 40 gün önce

Her vatandaşına bir soyadı taşıma mecburiyeti getiren 21 Haziran 1934 tarih ve 2525 sayılı kànun, Resmî Gazete'de yayınlandıktan hayli zaman sonra, yani 2 Ocak 1935′te yürürlüğe girdi.

Fakat, ne tuhaftır ki, yürürlük tarihinden yaklaşık 40 gün evvel M. Kemal’e hem “Atatürk” soy ismi veriliyor, hem de bu imza ile bir Bakanlar Kurulu Kararnâmesi deklare ve parafe ediliyor.

“Soyadı” ile ilgili, kısa diğer bazı gelişmeler de şöyle:

* “Atatürk” soy isminin, başkaca hiç kimseye verilemeyeceğine dair (17 Aralık’ta) ikinci bir kànun çıkartıldı. (Kız kardeş Makbule Hanıma bile ancak “Atadan” soyadı verilebildi.)

* Oysa, aynı kànun metninde, bütün vatandaşların “soyadı” meselesinde hür ve eşit haklara sahip olduğu, dahası hiç kimsenin imtiyazlı olamayacağı yazılıyor.

* Soyadı meselesi ile bağlantılı olarak çıkartılan 26 Kasım tarih ve 2590 sayılı kanunla "ağa, hacı, hafız, hoca, efendi, bey, beyefendi, hanım, hanımefendi, paşa, hazret..." gibi unvan ve lâkapların kullanılmasına da yasak getirildi.

* Eşitlik, hürriyet, adâlet bir yana, insanlarımızın hiçbir özelliğini yansıtmayan, uzaktan yakından ilgisi bulunmayan soy isimlerin yanı sıra, ayrıca kişiyi aşağılayan, utandıran, her söylendiğinde yüzünü kızartan alaycı, komik, mânâsız, değersiz, anlaşılmaz dizi dizi soyisimler bulunup insanlarımıza yafta gibi yakıştırılıp yapıştırıldı. 

Çeşit çeşit böcek-hayvan isimleri, ot, ağaç, bitki, baharat, tahıl, bakla isimleri bir yana, öyle lânetlik argo tâbirler, tahkir ve tezyif edici lâkaplar var ki, burada onların örneklerini vermekten dahi utanç duyuyoruz.

Adım adım müze

Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi işi, öyle hemen bir anda yapılmadı; gizlice, hatta sinsice sürdürülen bir hazırlık safhasından sonra, yani alıştırıla alıştırıla iş tamamlandı.

Kısaca şöyle: Ayasofya Camii, hatta 1930 senesinde de evvel ibadete kapatıldı. Kapatma gerekçesi, “restorasyon çalışması” diye de ilân edildi. Oysa, o tarihlerde hiçbir camide restorasyon çalışmasının yapıldığı görülmüş, duyulmuş değildi. Hatta, ibadetsiz ve cemaatsiz bırakılan camilerin birçoğu satışa çıkarılmış durumdaydı. Demek ki, Ayasofya için asıl niyet başkaydı. Bu da zamanla daha iyi anlaşılacaktı.

İşte, 24 Kasım 1934’te imzalanan bir “Kararnâme” ile, 480 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, kapalı-devre yapılan bir hazırlık çalışmasının ardından, nihayet 1 Şubat 1935'te fiilen “müze olarak” kullanıma açılmış oldu. 

Peki, neden kànun değil de kararnâme? Çünkü, Ayasofya'nın kànun nezdindeki statüsü 1453'ten beri hiç değişmedi ve değiştirilemezdi. Bu mâbed, Fetihten itibaren camidir. Nitekim, tapusunda hâlâ cami diye yazar. Üstelik, bu mânâdaki kayıt, Sultan Fatih'in neşrettiği meşhûr Vakfiyesinde de aynen ifade edilmektedir. Ama, o Vakfiyedeki asıl can alıcı ifade şudur: "Camiye çevirmiş olduğum bu mâbedi her kim ki bir başka şekle tebdil ederse, Allah'ın, meleklerin ve insanların lâneti onun üzerine olsun! Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın!"

Câ-yı dikkat bir nokta-i siyah: Değiştirilemeyen “Ayasofya Vakfiyesi”ne mukabil, dokunulamayan “Atatürk soy adı” kànunu ile misilleme...

* * *

Müslüman Türk milletinin ve umum İslâm âleminin, işgal yıllarında (1918-23) bile işgal edilemeyen Ayasofya’nın mevcut durumundan memnun olmadığı, hatta ziyadesiyle mahzun olduğunu hemen herkes bilir.

Ne var ki, bilmek yetmiyor; aynen Sultan Fatih gibi gerekeni söylemek, hatta haykırmak gerekiyor ki, İslâm hakimiyetinin sembolü (şeâiri) olan Ayasofya hakkıyla hürriyetine kavuşsun, kavuşabilsin...

Okunma Sayısı: 7061
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • bilal

    24.11.2016 17:33:30

    24 Kasim Öğretmenler gününde neyi kutluyoruz...?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı