"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Aşk-ı siyaset mi, aşk-ı İslâmiyet mi?

M. Latif SALİHOĞLU
15 Aralık 2016, Perşembe
Türkiye’nin başında zaten müzmin bir terör belâsı (PKK, DHKP-C) vardı. Buna, son yıllarda ayrıca El-Kàide, IŞİD/DAEŞ gibi musîbetler de eklendi.

Bunlar da yetmedi; komşu ve kardeş olduğumuz ülkelerle olan vasat münasebetimiz, birer birer bozulmaya başladı.

Böylelikle, belâ ve musîbet parçacıkları zamanla birleşerek çığ gibi büyüdü ve şimdilerde olduğu gibi, neredeyse altından kalkılamaz, içinden çıkılamaz bir vaziyete büründü. Allah, beterinden korusun.

* * *

PKK, 12 Eylül Cuntası istihbaratının bir projesi olarak, 1983’ten itibaren Bekaa’da palazlandırılarak parlatıldı. Büyüdükçe, dünyadaki her türlü muzır mel’ânetin çekim ve câzibe merkezi haline geldi. En büyük zararı Kürtlere, en büyük menfaati ise Türkiye ve İslâmiyet düşmanlarına vermeye devam ediyor.

IŞİD/DAEŞ belâsının kökü ve kökeni ise, 2003’te başlayan Irak’ın işgaline kadar gidip dayanıyor. Bu örgütün baştan aşağıya terörize olmasının sebebi de, yine aynı işgal hareketinin tetiklemiş olduğu kaotik durum ile doğrudan bağlantılı.

Biri içimizde, diğeri hemen yanı başımızda boy veren bu iki terör hareketinin meydana çıkması, zaman açısından da son derece manidar: 1983 ve 2003. Bu tarihler “Prensipler yönetimi” yerine, “Kişisel yönetim”lerin meydan aldığı ve ülke çapında hakimiyet kurduğu dönemleri gösteriyor.

Haricî menfi cereyanlar için, şahıslarla anlaşmak da, şahısları aldatmak da, şahısları satranç oyunlarında yenmek de çok daha kolay bir yöntemdir. Dahası, bu cereyanlar, hiçbir zaman Türkiye gibi bir ülkenin “Tam demokratik ve prensipler manzumesi” ile idare edilmesini istemezler. Asıl tercihleri, lider bazlı, şahıs merkezli bir yönetim şeklidir.

Bu noktayı biraz daha açalım.

1983’te Türkiye’nin başında, halkın çaresiz şekilde oylarıyla destek verdiği darbeci Kenan Evren vardı. Onun yerine ise, “12 Eylül Darbesinin haklılığı ve meşrûluğu bizim açımızdan tartışmasızdır” diyen Turgut Özal geldi: Önce Başbakan, ardından Cumhurbaşkanı oldu.

Bu dönemlerde, baştaki şahıs hep belirleyici oldu; onlarla birlikte çalışanlar da, karşılarında el-pençe divan durmanın yanı sıra, onlara yaranma yarışına girdiler.

2003’te Irak’ın işgali ile başlayıp  Suriye’nin harabeye dönmesi ile devam eden son on üç yıllık dönemde ise, Türkiye’nin siyaseten yine “şahıs merkezli ve lider bazlı” otokratik bir yönetim koridorunun içine girdiğini görmekteyiz.

“Tek adamcılık” hali, büsbütün “tek ve yektâ” bir sûrete girdi. Haricî cereyanlar, işte bu vaziyetten yine cesaret alarak harim-i İslâma girmeye yöneldiler. Böylelikle, istedikleri kadar hem silâh ve mühimmat sattılar, hem de sayılamayacak kadar çok Müslümanın kanını döküp döktürerek, adeta çifte bayram ettiler.

Peki, bütün bunlar olup biterken, Türkiye—hamasi nutuklar dışında—ne yaptı ve ne yapıyor?

Hamiyet ehlini dağdâr eden teessür yüklü bu suâle karşı, derde devâ, sadra şifâ mahiyetinde bir cevabı olan varsa, lütfen bunu kendine saklamayıp bize de izhar etsin.

Can alıcı esas nokta

Bizim düşünce ve kanaatimize göre, bu zamanda Müslüman devlet ve milletleri zora sokan, bunalıma veya kaosa sürükleyen zaafların başında “rey-i vâhid, riyaset-i şahsiye” diye de tâbir edilen “tek adamcılık” şeklindeki yapı veya yapılanma biçimidir.

Bilhassa son otuz beş yıllık sürede ülkemizde de şahit olduğumuz durum, ne yazık ki ağırlıklı olarak bu meyanda... Bundan daha da vahim olan diğer zaafımız ise, dinî mukaddesatın siyasete âlet edilmesidir.

İdareci, ne kadar dindar olsa, hatta Sultan Abdülhamid gibi veli derecesinde de olsa, hem menfi (müstebidâne) siyasetten kaçınması, hem de kudsî değerleri siyasete malzeme yapmaktan şiddetle imtina etmesi gerekir.

Aksi halde, “İslâmiyet aşkı” gitgide zaafa uğrar, onun yerini “siyaset aşkı” almaya başlar. Siyasetçi, mütedeyyin de olsa, siyasetine muhalif gördüğü herkesi hedefe koyup kıyımdan geçirmek ister

İşte, bu sakıncalı hale işaret ile bize hakikatli dersler veren Üstad Bediüzzaman’ın Sünûhât’taki o çarpıcı ifadelerinin kısacık bir bölümü:

“Hakikat-i İslâmiye, bütün siyâsâtın (politikaların) fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin.

“Dediler: ‘Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım?’

“Dedim: ‘Evet, lâzımdır. Fakat kat’î bir şartla ki, muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hâmiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hatâ da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mes’uldür... Din, dahilde menfi tarzda istimal edilmez. 30 Halife olan bir zat (Sultan Hamid), menfi siyaset namına istifade edildi zannıyla şeriata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba şimdiki menfi siyasetçilerin fetvâlarından istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence İslâmın en şedit hasmıdır ki, hançerini İslâmın ciğerine saplamıştır.” (Age, s. 65)

@salihoglulatif:

REEL POLİTİK! ‘

Zalim İsrail’deki ORMAN yangını ile ‘Mazlum Halep’teki İNSAN yangını eş-zamanlı olarak vukua geldi. TC, önceliği İsrail'e verdi.

Okunma Sayısı: 3839
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Osman Yıldırım

    15.12.2016 08:55:54

    Latif Bey; Allah ebeden razı olsun çok güzel izah etmişsiniz son 30 40 yıldır surdurulen şahıs merkezli siyasetler toplumu dejenere ederek bugünkü icinden cikilmaz sorunları ülkemize ve toplumumuza yaşatmıştır. Kalemize yüreğimize sağlık.Selam saygı ve muhabbetler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı