Hem işgalden, hem de sömürgecilikten sabıkalı Avrupa’nın doymak bilmez devletleri, 1919 yılının ilk günlerinden itibaren Türkiye topraklarını fiilen işgale başladılar.
İşgal ve istilâ hareketine geçirdikleri kılıf ise, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesinin sözde “güvenliği sağlama” maksadına yönelik lastikli maddeleriydi.
İşgalci kuvvetlerin başını İngilizler çekiyordu. Onları Fransız ve İtalyanlar takip ediyordu. Bunlar, elbirliğiyle İstanbul’a çöreklendiler.
Son olarak, Yunanlılar da harekete geçip yurdumuzu istilâya başlayınca, Dünya Harbinden henüz çıkan milletimiz için yeni bir ölüm-kalım devresi başlamış oldu.
* * *
Fransızlar, 8 Mart 1919 günü Zonguldak ve Ereğli'yi işgal ederken, İngilizler de Antep'te bildiri dağıtarak halkın elinde bulunan bütün silâhların teslim edilmesini istedi.
Daha evvelden İstanbul'u ablukaya alan ve 1 Ocak'tan itibaren Güney illerimize asker çıkarıp topraklarımızı işgale koyulan İngilizler, 9 Mart'ta ise Samsun'a 200 kadar asker çıkardı.
Şehri işgal eden bu askerî birliğin bir bölümü Canik’ten Merzifon'a doğru harekete geçti.
Bölgedeki Müslüman ahalinin galeyana gelmesine yol açan bu durum, bilhassa Merzifon'daki Rum ve Ermeni kesim tarafından sevinç gösterileri ile karşılandı.
Böylelikle, mevcut gerilim daha da tırmanış gösterdi.
Karabekir, 19 Nisan 1919’da Trabzon’a ayak bastı
İngilizler, yurdumuzu hem batıdan, hem güneyden, hem de kuzey ve doğudan çepeçevre kıskaca almak sûretiyle topyekûn bir işgal ve istilâ planına uygun şekilde hareket ediyordu.
İşte, tam bu sırada, İstanbul'dan uzaklaştırılmak istenen Kâzım Karabekir'in tayini, merkezi Erzurum'da bulunan 15. Kolordu Komutanlığına çıkartıldı. 19 Nisan’da Trabzon’a vâsıl olan Karabekir Paşa, bölgeye yabancı biri değildi. Daha evvel de buralarda başarılı hizmetlerde bulunmuş bir komutandı.
Karabekir, hiç vakit kaybetmeden derhal harekete geçti ve yine Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetine bağlı Erzurum şubesinin kurulmasını teşvik etti.
Keza, Trabzon'dan başlamak üzere, bugünkü Doğu ve Güneydoğu Bölgelerini de içine alan bu geniş coğrafyanın temsilcilerinin 6 Mart'ta Erzurum'da toplanmasını sağladı.
İşte, İngilizlerin Samsun'a asker çıkararak bölgeyi işgale başlaması ve yine aynı günlerde Paris'te Kürt-Ermeni ittifakının gündeme getirilmesi üzerine, buna karşı ilk tepkiyi bu millî cemiyetimiz ortaya koydu.
Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, 9 Mart 1919 tarihli bir beyannâme neşretti. O beyannâmenin hülâsası şudur: “Bu toprakların hakiki sahiplerinin kim olduğunu, memleketin her tarafında bulunan camiler, minareler, kümbetler gibi dinî ve millî âbideler açık bir lisânla gösteriyor.”
Paris’te bir başka fitne
Aynı tarihli gelişmeler üzerine, İstanbul'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî 4 Mart 1920 tarihli Sebilürreşad mecmuasında “Kürdler ve İslâmiyet” başlıklı bir makale neşretti.
Bu makalesinde, Paris Konferansıyla alevlendirilmek istenen "Kürt-Ermeni İttifakı" ismi verilen fitne ateşini söndürmeye çalıştı.
Bunda da büyük ölçüde muvaffak oldu. İttifak hayalleri suya düştü.
9 Mart (1971) Cuntası
Bitmeyen Maraz: Cuntacılık
Türkiye'nin son yarım asırlık tarihinde cunta faaliyetleri hemen hiç eksik olmadı.
Bilinen ve tesbit edilen ilk cunta hareketi, 1957 senesinde ortaya çıktı. Ordu içindeki bir grup subay, Demokrat Partiyi devirmek için cunta kurdular.
Cuntanın başı Yarbay Faruk Güventürk'tü. Buna rağmen, dönemin Askerî Mahkemesi (26 Mayıs 1958'de Polatlı Topçu Okulu'nda kurulan mahkeme) hadiseyi örtbas etti.
Altı ay süren dâvâ, cuntacıların beraati ile neticelendi. Ceza alan tek kişi ise, cuntacıları ihbar eden Samet Kuşçu isimli binbaşı oldu.
Bu tarihten sonra, ne yazık ki cuntacılık yol oldu, meslek oldu. O gün bugündür, zaman zaman sivil bağlantısı da bulunan askerî cunta faaliyeti hiç eksik olmadı.
İşte, bunlardan birinin adı da "9 Mart Cuntası"dır.
9 Mart 1971'de darbe yapmayı tasarlayan bu cuntanın lideri, aynı zamanda 27 Mayıs (1960) Darbesinin de ilk lideri olan Korg. Cemal Madanoğlu'dur.
Cuntanın içinde, sadece asker değil, sivil kesimden şöhretli kimseler de vardı. İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, Mahir Kaynak, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal...
MİT görevlisi Mahir Kaynak'ın ihbarı ve cuntayı deşifre etmesi sebebiyle, bu hareket başarıya ulaşamaz.
Cuntayı başarısız kılan bir diğer hareket ise, ordu üst kademesinde aniden ortaya çıkan "12 Mart Cuntası" oldu.
12 Mart 1971'de kuvvet komutanlarının hükümeti hedef alan muhtırası, hem mevcut hükümetin, hem de darbe planlayan cuntanın sonunu getirdi.
Aynı gün hükümet istifa ederken, cuntacılar da bilâhare göstermelik cezalara çarptırılarak, Türkiye'ye bir "ara rejim" dönemi yaşatıldı.
Muhtıracılar, hükümetin istifa etmemesi halinde, silâh zoruyla darbe yapacaklarını—Cumhurbaşkanlığı kanalıyla—açık bir dille deklare ettiler.
***
@salihoglulatif: Türkiye’ye yönelik işgal ve istilâ hareketleri biter bitmez, dahilde darbe-cunta faaliyetleri başladı. Bunlar, vatana-millete en az haricî düşman kadar zarar verdi.