Siyasî iktidarın millete verdiği sözleri, yaptığı vaadleri hatırlatmak ve bunların gereğini talep etmek, herkes gibi bizim de en tabiî hakkımız.
Aynı şekilde, yapmış olduğu hataları eleştirmek, yeni hatalara düşmemek için hükûmet ehline gerekli ikazlarda bulunmak da, basın olarak en temel vazifelerimizden biri.
Bununla beraber, siyasetle ilgili konularda yazıp konuşanlar, tenkit etmiş olduğu siyasî iktidarın alternatifinden de söz etmek durumunda.
Aksi halde, siyasî tabloya tek taraflı bakmış veya baktırmış olur.
Meslek nâmusu, meseleye alternatifiyle birlikte baktırmayı iktiza eder.
Şayet, madalyonun sadece bir yüzüne bakılır ve umumî manzaradan büsbütün tegafül edilirse, o takdirde, kişi kendisiyle birlikte okuyucusunun da ufkunu daraltmaya çalışmış olur.
Hakperest olanlar, ilgilendiği meselenin “şeş cihet”ini de olduğu gibi görmeye ve göstermeye gayret sarf eder. Böylelikle, üzerine düşeni yapmış ve nihaî tercihi okuyucuya bırakmış olur ki, doğrusu budur.
* * *
Evet, demokratik rejimlerde basının, medyanın bir vazifesi de, siyasîlerin icraatını takip, ihmallerini ihtar ve yanlışlarını tenkit ile bildirmektir.
Biz de elimizden geldiğince bu vazifeyi bihakkın yapmaya çalışıyoruz.
(Takdir-tebrik ise, daha çok ekstrem hizmetlere, olağanüstü hamlelere, projelere mahsustur. Normal icraat, zaten kendi mecburi vazifeleridir.)
Alternatif var mı? Nerede?
Vazifemiz gereği, on dört yıldır baş döndürücü sayıda hatalar yapan siyasî iktidarı hak nâmına eleştiriyoruz.
Fakat, sadece eleştiride bulunmakla vazifemizi tam mânâsıyla yapmış olmayız, olamayız.
Ayrıca, “İyi de kardeşim, bunun alternatifi var mı? Varsa nedir, hangisidir?” şeklindeki mukadder suâllere de cevap vermek gerekiyor.
Bu noktada, net bir şekilde verebileceğimiz cevap aşağıdaki gibidir.
Lâfı hiç dolandırmadan ifade edelim ki: Günümüzün siyaset denkleminde ve Meclis aritmetiği içinde, mevcut siyasî iktidarın alternatifi görünmemektedir. (NOT: Görünmemesi, nefsü’l-emirde de olmadığı anlamına gelmez. Yanlış anlaşılmasın.)
Evet, barajı aşan veya Meclis’te grubu bulunanlardan CHP, MHP ve HDP’nin tek başına iktidara gelme şansları hemen hemen yok gibidir.
Yani, milletimizin ekseriyeti bu partilerden hiçbirinin kulvarına girmez ve arkalarından gitmez.
Dolayısıyla, ideoloji tarafı ağır basan bu partiler, millet ekseriyetine hitap edemediklerinden, adeta “ömrü billah” marjinal durumda kalmaya mahkûmdurlar. Hasbelkader hükûmet kursalar bile, yine de iktidarlarının ömrü kısa olur; bu sebeple, düşe-kalka giderler.
Evet, hiç tereddüt dahi etmeden diyebiliriz ki: Bu milletin ekseriyeti, asla ve kat’a Halkçı, Türkçü veya Kürtçü partilerin arkasından gitmez ve onları tek başına iktidara getirmez.
Bunların dışında, tek başına iktidar olabilecek köklü siyasî hareketlerden geriye sadece iki tanesi kalıyor. Bunlar da “Dindar Milletçiler” ve “Dindar Demokratlar.”
“Dindar Milletçiler”in fikrî veya mânevî öncüsü Üstad Necip Fazıl iken, “Dindar Demokratlar”ın fikrî ve mânevî istinad noktası ise Üstad Bediüzzaman ve Nur Talebeleridir.
Biri düşerse ancak, diğeri gelir
Bugünkü siyasî iktidarın fikrî, zihnî, mânevî (tarikat) kodları gibi, siyasî misyonları dahi Necip Fazıl üzerinden Millet Partisine gidip dayanıyor.
Bu meselenin izahı hem uzun, hem geniştir. Meraklısına, belgeli tatminkâr dosyalardan gönderebilirim.
Burada, kısaca şunları ifade etmek isterim ki, bu vatanda tek başına iktidar olabilme şansı, siyâseten olduğu kadar, sosyolojik olarak da bu mezkûr iki köklü partiye ait görünüyor.
Bu realiteyi, Üstad Bediüzzaman da Emirdağ Lâhikasındaki mektuplarda açıkça beyan ediyor. Hülâsaten diyor ki: Eğer Demokratlar düşse, siyaseten iktidara Milletçiler gelir.
Bu demektir ki: Demokratlar iktidardan düşebilir ve yerine de Halkçılar değil, Milletçiler gelir. Halkçıların iktidara gelmesi ise, ancak darbe ile, yani Demokratları bir şekilde devirmek sûretiyle mümkün olabilir; siyaset yoluyla veya seçim usûlüyle değil.
* * *
Üstad Bediüzzaman’ın tarif ettiği siyasî misyon hareketi, bugünkü siyaset sahnesinde ve Meclis aritmetiği içinde henüz bulunmamaktadır.
Bu misyonun sosyolojik tabanı ise, sûreten onunla bazı benzerlikler arz eden iktidar partisinin içinde.
Demokrat misyon darbe (1980) ile devrildiği için, onun yerine Milletçilerin versiyonları iktidara geldi. Tabandaki oylar, o misyondan bu misyona “yatay geçiş” yaptı.
Evet, siyasette, geniş seçmen kitlesinin oyu dikey (Halkçı, Türkçü, Kürtçüye) geçiş yapmaktan çok, yatay (Demokrat ve Milletçiler arasında) geçişler yapmaya meyyâldir.
* * *
Netice itibariyle, Demokrat misyon hareketini göremeyen, bilemeyen seçmen kitlesi, mecburen Necip Fazıl ekolüne yöneliyor ve 1983’ten bu yana da yönelmiş, yahut bir nevi ispirtizma ile yönlendirilmiş durumda.
12 Eylül Darbesi, siyaset sahasında en ağır darbeyi Demokrat misyona vurdu. Vahşi seçim barajı, bu misyonu boğmak için konuldu. “İlkesel siyaset” yerine “kişisel siyaset” filmleri bu maksatla vizyona sokuldu. Çünkü, Milletçilerde prensipten çok şahıs önemli ve ön planda tutulur: Mareşal, Mücahid, Reis gibi...
1991 seçimlerindeki kısmî başarı, misyon kuvvetinden ziyade, tecrübeli siyasetçilerin gayretleri ve iteklemeleri sayesinde sağlandı. Yani, Demokrat misyon hâlen de uyanmış, dirilmiş değil. Zahirdeki tabloda henüz görünmüyor... Ama, zâhiren görünmemesi, onun olmadığı veya olamayacağı mânasına gelmez.
Belki “organik tohum” misâli, onun da elbet bir vakt-i merhûnu var. Aradan otuz beş sene bile geçse, yine canlanma, ihya olma şansına sahiptir. Zira, şahıslar ölse de, misyonlar ölmez.
* * *
Bugün Demokrat misyona sımsıkı ve sadâkatle bağlı insanların sayısı pek azdır. Sahada, idealistlerden başka kimse neredeyse kalmadı.
Misyonun sermayesi ise, şimdilik başka bir misyonun (Milletçilerin) hegemonyası altında. Onlar düşmeden, Demokratların gelmesi çok zor.
Bu sebeple, siyaset arenasında başkasıyla şiddetli tartışmalara girmenin pratikte hiçbir faydası yok. Sadâkati bozmadan, sebatla beklemek en iyisi.