"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Aklın kuvveti, yahut kuvvetin aklı

M. Latif SALİHOĞLU
19 Ocak 2018, Cuma
Akıl her zaman, her hâl ve şart altında lâzım; kuvvet ise, ihtiyaç duyulduğu zaman...

Keza, akıl kuvvetin değil, kuvvet aklın elinde ve emrinde olmalı. Aksi halde, senin imkân ve sermayen ile teşekkül eden kuvvet bumerang gibi döner, seni cânevinden vurur, yere serer.

Bediüzzaman, bu noktaya dair Münâzarât’taki Ermeniler bahsinde şu ifadeyi kullanır: “...Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde...”

Demek ki neymiş? Burada kılıç diye kast edilen topuzlu kuvvet, lâzım olduğunda da, mutlaka aklın elinde ve kontrolünde olması gerekiyormuş...

Esasen, günümüz dünyası, daha çok kuvvete, şiddete, silâha, yıkıcı ve kalabalık ordu gücüne dayanarak zafer elde eden eski dünya değil.

Yani, şimdi kimin kılıcı keskin olan değil, aklı keskin olan ileri gidebiliyor. Aynı şekilde “kalbi katı” olan değil, “kalbi parlak” olan kazanıyor, başarıyor.

* * *

Yakın geçmişten günümüze doğru şöyle bir nazar gezdirdiğimizde, “akıl ile kuvvet” (bir başka ifadeyle “savaş ve diplomasi”) dengesinin nasıl yer değiştirmeye başladığını görüyoruz. Kısaca, hatırlamaya çalışalım: 

Büyük can ve mal kaybı ile sonuçlanan Birinci Dünya Savaşında, hem haritalar değişti, hem de askerî ve siyasî dengeler büyük çapta değişime uğradı.

İkinci Dünya Savaşı’nda ise, can ve mal kaybı çok daha fazla olmasına rağmen, haritalarda ciddî manada bir değişim yaşanmadı. Tarihinin en ağır darbesini yiyerek harabeye dönen İtalya, Almanya, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın harita ve hudutları yine eskisi gibi kaldı. Ordusu gibi şehirleri de harap olan Almanya, medenî, sınaî ve iktisadî hayatı itibariyle dünya ve Avrupa’nın adeta en parlak yıldızı haline geldi.

Savaşın ardından, sömürge durumundaki ülke ve toplulukların çoğu, birer birer istiklâliyetine kavuştu.

* * *

Öte yandan, 1960’yı yıllarda bütün kuvvetiyle Vietnam’a yüklenen dünyanın süper gücüne sahip ABD, ortalığı kan ve gözyaşına boğmasına rağmen, istediği sonuca ulaşamayarak ve adeta savaşa girdiğine-gireceğine bin pişman bir vaziyette eli boş geri döndü. Müflis bir tecrübe yaşadı.

Aynı ABD’nin, yıllardır başta Irak olmak üzere Ortadoğu’da yaptıkları da, yine kan ve gözyaşından ibaret kaldı, kalmaya da mahkûmdur.

* * *

1970’li yılların sonu ile 1980’lerin başında Afganistan’ı işgale girişen süper güç Rusya’nın Kızıl Ordusu, orayı alamadığı gibi, geride yine kan ve gözyaşı bırakmaktan başka bir halt edemedi. Aksine, kendi dişi ve pençesi kırılarak sekerata girdi...  Demek ki, üstün silâh ve ordu kuvveti ile istediğin neticeyi alamıyor ve maksadına ulaşamıyorsun.

İşte, çarpıcı bir tablo da, burnumuzun dibindeki Kıbrıs Adası’nda görünüyor. 1974’te güçlü orduyla girip üstün kuvvet ile elde ettiğimizi, akıl ve diplomasi ile taçlandıramadığımız için, haklılığımızı dünyaya kabul ve tasdik ettiremiyoruz. Bırakın 193 dünya ülkesini, 57 İslâm ülkesinden de KKTC’yi tam manasıyla tanıyan bir tek ülke bile henüz yoktur. Maalesef...

* * *

Aslında, dünyanın yeni bir döneme, yeni sürece girdiğini ilk fark eden ve bu yeni konsepte göre nasıl hareket edilmesi gerektiğini dile getiren şahsiyet, çağın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî’dir.

Onun 28. Mektup dahil tam 6 Risâlede mükerreren yer verdiği bir bahiste, 1914’te görmüş olduğu sâdık ve hakikatli bir rüyayı tâbir ederken, aynen şu ifadeleri kullanıyor: “...Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk (Dünya Harbi) olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar (silâh, ordu gücü) kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak.”

Yukarıda da sıralamış olduğumuz misâllerden açıkça anlaşılıyor ki, artık Müslümanları himaye ile yardım eden ikinci bir “Osmanlı İslâm Ordusu” olmayacak, kalmayacak. 

Esasen, münhasıran ordu gücü ve silâh kuvveti ile dünya çapında da artık hayırlı ve müsbet hiçbir iş halledilemeyecek, huzur ve barış getiren sonuçlar pek alınamayacak. Yani, aklın emrinde ve kontrolünde olmayan çatışmalarda, kan ve gözyaşı kefesi hep ağır basacak demektir. 

Nitekim şimdiye kadar genellikle öyle oldu ve maalesef olmaya devam ediyor.

Son söz yerine, 16. Lem’a’da zikredilen “Hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atma”nın zararına dair şu ifadeyi nakletmekle iktifa edelim: “Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır.”

@salihoglulatif: Asıl gayesi-maksadı-hedefi dinî irşad ve uhrevî hizmet olmayanlar, muhtaçlara ahlâkî telkin ve imânî terbiyede bulunmak yerine, ya siyaseti, ya da para kaynağı olarak gördüğü "Zekât, sadaka, fitre, burs, kurban" gibi şeyleri medar-ı bahs etmeye yönelirler.

Okunma Sayısı: 6288
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali Yardimoglu

    19.1.2018 02:13:42

    ..ve suhuletli, ahrar, mulayim, zeki ve mudakkik, 1bahtiyar, musbet hareketli, mantikli insani insanlar şurasi; hem adetullaha itaat, hem de felegin çarkina riayet ile, mutedil olarak garib muslumanlara, ve vatandaslarina, kendini memur bilip, vazifesini yapar, devri daimle nobetini teslimden zevk alir......

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı