Bir meselede samimiyet ve ciddiyet olmayınca, onda müsbet ilerleme de sağlanamıyor, hayırlı bir neticeye vâsıl olunamıyor.
Aynen, yıllardır gündemi işgal eden şu “Kürt Açılımı, Çözüm Süreci ve Terörle Etkin Mücadele” diye isimlendirilen meselelerde olduğu gibi.
Arşivler şahit, konunun siyasiler tarafından gündeme servis edildiği tâ 2009’dan bu yana, her vesileyle aynı gerçeğe parmak basarak “Bu meselede, tarafların samimiyetine de, ciddiyetine de inanmıyoruz” dedik.
İşte, gelinen durum ortada.
Şimdiye kadar atılan adımların hemen tamamı boşa çıktı. Türlü isim ve organizasyonlar adı altında sürdürülen formül ve çare arayışlarının hiçbiri tutmadı.
Hatta, teşebbüslerin birçoğu geri tepti; sağlandığı sanılan birikimler de adeta sıfırlandı, gitti.
Dolayısıyla, her şeye yeniden veya sıfırdan başlamak durumunda kalındı. Üstelik, hiç umulmayan ve daha evvel bu vatanda hiç görülmeyen şehir içinde hendek, bariyer, bombalı tuzaklama gibi yeni bazı direniş ve çatışma yöntemleriyle de karşı karşıya gelinerekten...
Bir terör örgütü, her türlü kötülüğü düşünebilir. Her türlü mel’aneti işleyebilir. Vatandaşları, en vahşi, en gaddar bir çatışma ortamına sürüklemeyi murad edebilir. Bu, onun karakteristik özelliklerine aykırı düşmez.
Fakat bir devlet veya hükümet, aynı durumda değildir ve olamaz.
Başkası ne yaparsa yapsın, devlet yine bir kànunlar bütünü içinde hareket etmek durumundadır. Devletin, ayrıca hukuk çerçevesi içinde bir hedefi, gayesi ve stratejisi olur.
İkidebir hedef sapmaları, gayede belirsizlikler, yahut strateji iflâsları, devlet veya hükümet ciddiyetiyle bağdaşmaz.
İşte, ne yazık ki, bütün bu ciddiyetsizliklere, tutarsızlıklara ve hatta iflâslara, pek yakın geçmişte şahit olduk, üstelik ardı ardına yaşamak durumunda kaldık.
Meselâ, pek büyük ümit ve beklentilerle, dahası tam bir âlâ-yı vâlâ ile teşkil olunan şu “Âkil Adamlar Heyeti” gibi...
Neticesi ne oldu? Neye yaradı, bu heyetin çalışması? Hazırlanan onca rapordan hangisine itibar edildi? Hangi “âkil rapor” tatbik sahasına konuldu? Ne yazık ki, hatta yazıklar olsun ki, hiçbiri...
Artık, siz istediğiniz kadar sebep, engel, bahane sıralayın. Hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.
Netice ortada. Tam bir fiyasko.
Oysa, “Çözüm Süreci”nin sahibi, güyâ hükümet ve devletlûler idi.
Ne oldu? Fos çıktı. Neye yaradı? Hiçbir şeye. Müflis bir proje olarak tarihin çöplüğüne atıldı, gitti.
Başarılı olunsaydı “Ben yaptım” olacaktı. Başarısız olununca da iş “Senin yüzünden böyle oldu”ya çakılıp kalındı.
İşte samimiyetsizlik, ciddiyetsizlik dediğimiz şey, tam da budur.
Esasında, bu “Âkil Adamlar” meselesinde tam bir tiyatro oyunu oynandı. O heyette yer alan isimlerin çoğu, çözüm amaçlı değil, siyasî menfaat hesapları için kullanılmış oldu.
Bu beleş tiyatral kullanım sayesinde, 2014’teki yerel seçimler ile Cumhurbaşkanlığı seçiminde peşpeşe zaferler kazanılmış oldu.
Evet, hepitopu o kadar; gerisi fasa-fiso ve boş lâkırdıdan ibaret.
Bunun adı siyasî dolandırıcılık
Biliyorsunuz, son zamanlarda piyasaya para ve servet avcılığı yapan süper dolandırıcılar çıktı.
Gayet profesyonelce çalışan bu dolandırıcılar, kalbur üstü zenginlere musallat olduğu gibi, sivil vatandaştan emniyet mensuplarına, gariban memurdan emeklisine, en cahilinden en yüksek tahsillisine kadar hemen her kesimden insanları dolandırmayı başarıyorlar.
Hatta, bazılarıyla günlerce uğraşarak, onları mallarını, mülklerini dahi sattırıp gasb ediyorlar.
Mağdurların anlattığına göre, bu süper dolandırıcılar, işlerini gayet profesyonelce yaptığı gibi, ayrıca muhataplarını bir nevi “hipnotize ederek” hedeflerine kolaylıkla ulaşabiliyorlar.
Dolandırılan vatandaş, öyle bir etki altına alınıyor ki, saatlerce, hatta bazen günlerce kendine gelemiyor ve “Yahu, acaba dolandırılıyor muyum?” sorusunu dahi aklına bir türlü getirtemiyor.
Hepinizin bildiği ve sıklıkla şahit olduğu bu misâli nakletmemizin sebebi şudur: Yıllardır yaşanan sayısız tecrübeden sonra, hemen hemen kat’iyyet derecesinde kanaat getirdim ki, mevcut siyasî iktidarın aktörleri de toplumu, özellikle seçmen kitlesini bir nevi hipnotize ederek seçimleri kazanıyor.
Üstelik, elinde fikrî kuvvetinin çok çok üzerinde bir medya imkânı var. Bu imkânı da, hep bir propaganda aracı, hem de bir silâh olarak fütursuzca kullanıyor.
Bunun yanı sıra, güçlü daha başka unsurları ve enstrümanları da kullanarak, ehl-i tahkik olmayan halkın ekseriyetini tesir altına alıyor ve adeta Allah’ın her günü ekranlardan seyirciye “siyasî bonzai”ler yutturarak, istediğini elde etmeyi başarıyor.
Yoksa, bunca iflâstan, bunca zigzaktan, bunca tiyatral oyundan sonra, yine ekseriyetin teveccühünü teveccühünü kazanması ve özellikle tekerrür eden her türlü U dönüşlerden bile çılgınca alkış alması, bize göre hiç mümkün olmazdı.
* * *
Son olarak, “Çözüm Süreci” palavrasının revaçta olduğu günlerde, siyasî iktidarın tanınmış pâyandaları tarafından PKK lideri Öcalan ile ilgili sarf edilmiş bazı sözleri naklederek, konuya nihayet verelim.
İşte, bugün söylenmesi halinde, kişinin neredeyse hainliğine tahvil edilecek derece şoke edici o sözlerden bir potburi...
Beşir Atalay: Öcalan’ın mesajları, bizim de düşüncemiz.
Bülent Arınç: “Sayın Öcalan” demeyi ve PKK bayrağını açmayı suç olmaktan çıkardık.
Yalçın Akdoğan: Abdullah Öcalan, olayları okuma kabiliyetine ve tecrübesine sahip.
Yiğit Bulut: Öcalan, Ortadoğu’da Türkiye’nin önünü açıyor.
Orhan Miroğlu: PKK ve IŞİD terör örgütü değil, politik hareketlerdir.
N. B. Karaca: “Bebek katili” denilen Öcalan, bize geleceği gösterdi.
Yasin Aktay: Öcalan, dünyanın geleceğini çok iyi okuyor.
Hilâl Kaplan: Öcalan ölmeyi değil, yaşamayı seçti.