Ağustos, bizde “zaferler ayı” olarak bilinir. Ağustos’un son haftası da “zaferler haftası...”
Ağustos’un son haftasında kazanılmış olan en büyük askerî zafer ise, Doğru Roma’ya karşı kazanılmış olan Malazgirt Zaferidir.
Şairin ifadesiyle:
Bir Cuma sabahı, Allah’a karşı,
Malazgirt’te elli dört bin er,
Söylemişler en güzel marşı:
Allahü ekber, Allahü ekber...
Romen Diyojen emir ve komutasındaki Bizans ordusu 200 bin civarında iken, Sultan Alparslan’ın komutasındaki İslâm ordusunun yekûnu ise, düşmanın ancak dörtte biri kadardı. Ama, imanın verdiği azim ve cesaretle sergilenen gayrete, Cenâb-ı Hakk’ın inayeti yetişince, 26 Ağustos 1071’de, kutlu zafer İslâm ordusuna müyesser oldu.
Bu hadise, hiç tartışmasız, tarihin dönüm noktalarından birini teşkil ediyor. Ne var ki, daha sonra yapılan “sivil fetihler”, muzaffer orduların hizmetinden geri kalmayacak derecede makbul ve mübarektir.
Meselâ, Selçukluların Anadolu’ya yerleşmelerinden bir müddet sonra, adına “Âhiyân-ı Rum” ve “Bâcıyân-ı Rum” denilen sivil toplum teşekküllerinin yapmış olduğu harikulâde hizmetler.
Bugün kutlanan Malazgirt Zaferi’nin yıldönümü vesilesiyle, bir nebze de bu konuya temas etmeye çalışalım. Ki, çağımızda en çok da bu meyandaki hizmetlere ihtiyaç duyulduğu hususu izâhtan varestedir...
Kardeşlerle Bacıların hizmeti
“Âhiyân” tâbiri, kardeş anlamına gelen “ahi”nin çoğuludur. Bacıyan da “bacı”nın çoğulu olup bacılar demektir. Bu isimler altında teşkilâtlanan insanlar, Selçuklu ve Osmanlı döneminde büyük itibar görmüşlerdir. Anadolu yerleşik halkının Müslümanlaşmasında ise, aynı kaynaktan beslenen bu iki teşkilâtın rolü ve hizmeti pek büyük olmuştur.
Âhilik Teşkilâtı, kardeşlik esasına dayanır. Bu teşkilâtın kurucusu Ahi Evran’dır. Ailesiyle birlikte Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş, önce Kayseri, bilâhare Kırşehir’e yerleşmiş bir büyük şahsiyettir. (1171-1262)
Ahi Evran’ın büyüklüğü, sadece onun temiz ahlâkından, dürüstlüğünden, şahsî faziletinden kaynaklanmıyor. Onun ayrıca insan yetiştirmesi ve insana yatırım yaparak insan merkezli bir hayat tarzını geliştirmesi vardır ki, onu asırlarca unutulmayacak bir mühim şahsiyet hâline getirmiştir.
Ahi Evran’ın kendisi esnaf, sanatkâr ve gençlik arasında geliştirmiş olduğu Ahiyan’a (Ahilik ve Fütüvvet teşkilâtı) mukabil, onu hanımı olan Fatma Bacı da, Bacıyan teşkilâtını sevk ve idare etmiştir.
Gerek Ahiyan ve gerekse Bacıyan teşkilâtına mensup kimselerin sadece bir tek vazifesi yoktur. Bu kimseler, öncelikle kendi nefsini terbiye etmesi, kendini yetiştirmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, diğer teşkilât mensuplarıyla iyi bir diyalog ve münasebet içinde bulunması icap ediyor. Bu merhalelerden geçtikten sonra da, geniş daireye açılmalarına, maddî veya mânevî yönden muhtaç durumdaki insanların yardımına koşmalarına sıra geliyor.
Bacıyan (Bacıyan-ı Rum da deniliyor) halkasına dahil olan hanımlar, örnek İslâm ahlâkını ailelere yansıtmaya çalışırlarken, bir taraftan da Anadolu’nun yerleşik Rum, Ermeni, Süryani vesâir ailelerine nüfuz ederek onlara da İslâmiyetin temel prensiplerini anlatmaya çalışırlardı.
Âhiyan (Âhiyan-ı Rum diye de isimlendiriliyor) ise, hem temel ahlâk derslerini alır, hem bunu çevreye ve iş hayatına yansıtmaya çalışırlar. Bunun yanı sıra, esnaf ve sanatkârlar olarak kendi aralarında lonca denilen teşkilâtlar kurarak, mesleklerinin sağlam dairede gelişmesini sağlamaya gayret ederler.
Kardeşlik duygusunun temel baz olarak kabul edildiği Ahilik, ayrıca cömertlik, mertlik ve mürüvvet mânâlarını içinde barındırır.
Onların bu mertlik ve cömertlik hâllerine şahit olan Berberi asıllı seyyah İbn Battuta, Seyahatnamesinde Anadolu’da yaşayan Ahilerden şu sözlerle bahseder:
“Âhiler, Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her vilâyet, her kasaba, hatta her köyde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen yabancılara karşı yakın alâka gösterirler. Yiyecek, içecek ve yatacak ihtiyaçlarını temin ederler.
“Âhiler, ayrıca bulundukları yerlerdeki zorbaların hakkından gelir ve onları yola getirmesini de bilirler. Herhangi bir sebeple kendi Fütüvvet (Gençlik) teşkilâtlarına iltihak eden kötüleri bertaraf etmeye çalışırlar. ...İşte bu gibi hususlarda, Âhilerin dünyada eşi benzeri yoktur diyebilirim.”
Evet, İbn Battuta gibi dünyayı gezip dolaşmış meşhur bir seyyahın anlattıkları da gösteriyor ki, Âhiler, müstesna insanlardır.
Dolayısıyla, kahraman orduların meydanlarda kazandığı zaferleri anarken, bu sivil kahramanları da unutmamalı, onları da rahmet ve minnetle yâdetmeli.
***
@salihoglulatif:
Vaktiyle aynı sosyolojik kategori içinde bulunmuş, birlikte yer almış olanlar, bölünüp ayrı düştüklerinde, biri diğerinin amansız düşmanı haline gelebiliyor.