Bülent Arınç, kendisine yönelik tasfiye işaretlerinin iyice belirginleştiği bir aşamada “paralelcilik” ithamının yakınları üzerinden bulaştırılmaya çalışıldığı hedef isimlerden biri haline de getirildiğinde feveranını “Masum insanları paralelci olmakla suçlayan bir çete ortaya çıktı” diyerek açığa vurmuştu.
Daha sonra Hüseyin Çelik de ülkenin karşı karşıya olduğu beş temelden sorundan birini “paralelle mücadelenin paranoyaya dönüşmesi” olarak ifade etti.
Takip edebildiğimiz kadarıyla, Davutoğlu ve bazı bakanlar da bu konuda “Artık bu işi daha fazla uzatmayıp bitirelim” havasında ve bunun için gayret ediyorlar.
Zaman zaman verilen beyanatlardaki “Paralelin beli kırıldı” mesajları bu çabaların ifade ve işaretleri gibi görünüyor.
En son Davutoğlu’nun “Türkiye paralel yapının gündemden çıktığı bir ülke oldu” sözünü de (Sabah, 1.3.16) bu bağlamda değerlendirmek herhalde yanlış olmaz.
Başbakanın daha önce de defaatle bu manada mesajlar verdiğini hatırlıyoruz.
Ama sonra, bilhassa “Tek başıma da kalsam vazgeçmem” diyen Erdoğan’ın aksi yöndeki çıkışlarıyla “paralel gündemi”nin tekrar ısıtılıp, yeni operasyonlarla “cadı avı”na hız verildiğini de biliyoruz.
Bu noktada özellikle Saray ekibi ve uzantıları, paralelle mücadelenin hâlâ en önemli ve birinci mesele olduğu; ama gerek hükümette, gerekse partide paralelcilere arka çıkıp himaye edenler bulunduğu iddiasıyla, çatışmayı kızıştırıyorlar.
Son günlerde iktidar medyasında çıkan “Operasyonlarda gözaltına alınan 2100’u aşkın paralelciden sadece 400’ü tutuklandı. Emniyette, yargıda ve yüksek öğretimde çete elemanları hâlâ yerini koruyor” iddiası, bunun güncel örneklerinden biri.
Can Dündar’ın “paralel çete tarafından teslim alınan bir vatan haini” olmakla suçlanması ve ona tahliye yolunu açan AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın da, kapatılan polis akademisinde görev yapmış olmasından hareket edilerek “paralel bağlantısı”nın “keşfedilip” hedefe konulması da.
“Bu gidişle herkes bir gün paralel olacak” esprilerine kaynaklık eden bu durum, bakalım nereye kadar vardırılacak?