Kendisine “Türkiye’yi şahlandırmak ve mazlum milletlerin ümidi olmak” gibi özel bir misyon biçen iktidar, rahatsız edici bulduğu olayların tamamını “üst akıl” tarafından organize edilen saldırılar olarak görüyor.
Ona göre bunların hedefi, Türkiye’nin kendisince yönetilen ilerleyişini engellemek; dahası ülkeyi parçalayıp çökertmek.
Sürekli tekrarlanan “ikinci istiklal savaşı” vurguları ve “Eğer durursak Sevr şartlarına döneriz” beyanları bunun ifadelerinden.
Kemalistlerin refleksi de böyle değil mi?
Bu psikoloji ile, cereyan eden hadiseleri soğukkanlı, sağlıklı ve isabetli bir şekilde okuyup analiz etmek ne derece mümkün?
En çok atıf yapılan Gezi olaylarından başlayalım. Demokrasi tarihimizi, özellikle darbe süreçlerini yaşayanlar, Gezi’den çok daha ileri boyutta olayların yaşandığını iyi bilirler.
Aynı şekilde zaman zaman yöneticilerle ilgili ağır yolsuzluk iddiaları da seslendirildi.
Teröre gelince: 27 Mayıs öncesinde de anarşi olaylarına maruz kalan Türkiye, hele 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde bu hadiselerin en şiddetli olanlarını yaşadı. 12 Eylül sonrasından bu yana da PKK’nın hedefi.
Geride bıraktığımız dönemlerde bunlar bazan iç içe geçmiş şekilde yaşanırken ülkeyi yönetenlerin hiçbiri şimdi AKP iktidarının yaptığı gibi “Yedi düvel bize karşı ittifak etti, ikinci bir istiklal savaşı veriyoruz” demedi.
Bunun sebebi onların hadiselerin arkaplanını okumadaki beceriksizliği ve öngörüsüzlüğü müydü? AKP’ye göre herhalde öyle...
Ama 2002’ye kadar yıllarca muhalefet cenahında siyaset yapmış olan AKP yönetici kadrolarının bu tesbitlerini seslendirmeleri için illâ iktidar olmaları mı gerekiyordu?!
Peki, ülkenin ve İslam dünyasının kaderini münhasıran kendilerine endeksleyip bağlayan bir tavır ne derece doğru ve isabetli?
AKP yarın seçim kaybedip iktidardan düşer veya Cumhurbaşkanı seçimini bir başka isim kazanırsa Türkiye çökecek ve İslam dünyası mâkus talihine yenik düşecek, öyle mi?!
Millî irade kavramını sadece kendisine verilen oylarla tanımlayan böyle tekelci bir anlayışın demokraside yeri var mı, olabilir mi?
***
kkç’e son sözümüz:
1. Adının bile geçmediği iki satırlık tweet’lere köşeler dolusu—güya—“cevap” yetiştirme “hüner”ini bir kez daha sergileyen bu şahıs, kendi başlattığı anlamsız polemiğin altında kalmanın sıkıntısını yaşıyor.
2. Takıntı haline getirdiği “küfür” iddiasına dayanak gösterdiği sözler Üstad Bediüzzaman’a ait: “Her bir sersemin safsatasına, her divanenin hezeyanına kulak verilmez. Her üren kelbin ağzına taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.” Bu sözlerin neresi “küfür?” kkç eğer öyle görüyorsa Üstada da mı “küfürbaz” demiş oluyor?
3. Son dönemde hedef olduğumuz birçok saldırıya, şablon niteliğindeki bu sözleri aktararak cevap verdik. kkç kendi üzerine aldıysa bu bizim sorunumuz değil.
4. kkç’e tavsiyemiz, bize saldırmak için, hiçbir cümlesini anlamadan ve alabildiğine çarpıtarak kullanmaya kalkıştığı “Derin kumpas” yazımızı, gerçekten anlamaya çalışarak tekrar okumayı denemesi. Bunu başarabilirse, “Bunca şamataya değdi mi?” sualinin mantıklı cevabını da belki bulabilir.
5. Bu arada bize yaptığı hakaretleri de gözden geçirip aynaya baksın, belki yüzü kızarır da bizzat görmüş olur.
6. Bu sevimsiz konuya tekrar dönmemek dileğiyle nokta.