Hamaset ve rest ekseninde yürüyen dış politikada, peş peşe keskin manevralar yapılıyor.
Birbirini takip eden yüz seksen derecelik U dönüşleriyle birlikte.
Dışarıda bir gün Rusya, ertesi gün İran, sonra Irak, ardından Almanya, Hollanda, Belçika, eşzamanlı olarak AB, peşi sıra ABD ve NATO...
Düşman ilan ediliyor. Ama sonrasında durum değişiyor ve “düşman”lar birden “dost” oluveriyor.
Yakın zaman önceki uçak krizi üzerine neredeyse savaşın eşiğinden döndüğümüz Rusya ile gelinen nokta bunun tipik örneklerinden.
Keza evvelce “Pers yayılmacılığı” ile suçlanan İran’la da buzlar eridi ve aynı çizgiye gelindi.
Dahası, yaklaşık 7 yıldır devrilmesine çalışılan Şam rejimi ve Esad yönetimiyle de yeniden el sıkışıp barışmanın sinyalleri verilmekte.
ABD ile ilişkilerde ne olup bitiğine ise akıl erdirmek imkânsız.
Kaç yıldır istenen, ama cevap alınamayan “Gülen’in iadesi” konusu yılan hikâyesine dönerken, Zarrab davası giderek daha da derinleşen bir krizin odağına yerleşmiş durumda.
Bir diğer sıkıntılı konu Suriye iç savaşının ürünlerinden biri olarak ortaya çıkarılmış olan PYP-YPG’ye verilen ABD ve Rusya desteği.
Evvelce kucak açtığı, ama şimdi en önemli tehdit olarak nitelediği bu gruba ABD’nin silah ve araç desteği vermesine tepki gösteren Ankara, Trump’ın yarım ağız “Artık silah vermeyeceğiz” sözüyle “zafer” kazanmış havasındaydı, ama Pentagon tam tersini söylüyor.
Trump’ın Ortadoğu’da Suud üzerinden tetikleyip Katar kriziyle startını verdiği, İsrail’i daha sıkı kollarken İran’ı hedefe koyan krizin dallanıp budaklanması halinde Türkiye’nin nasıl bir politika takip edeceği de sorulardan biri.
İktidar yorumcuları AB’den tamamen kopmuş bir Türkiye’nin yazacağı “destan”lardan dem vuruyorlar, ama dış politikadaki reel gerçeklerin bizi nerelere sürükleyeceği tam bir muamma.
Böyle bir belirsizlikler sarmalında Meclisi de devredışı bırakan emrivakilerle yapılan sınırötesi askerî operasyonlar, ülkeyi tehlikeli tuzaklara sürükleme risklerini de davet ediyor.
Neredeyse günlük rüzgârlara kapılıp oradan oraya savrulan Ankara’nın bu kaygan, değişken ve tehlikeli süreçte ortak aklı devreye sokacak bir demokratik istişare ortamından iyice uzaklaşmış olması başlı başına ciddi bir handikap.
İyice şirazeden çıkan ve iç dayanışmayı tahrip edip tüketen OHAL hukuksuzlukları da cabası.
Ülke bu türbülanstan bir an önce çıkıp normale dönmeli.
***
- İkiz bebeklerini cezaevinde düşürmenin acısı da yaşatılmış olan 28 yaşındaki bir annenin ve hedefteki gazetede muhabirlik yapmaktan başka “suç”u olmayan bir genç kızın aylarca tutuklu yargılandıktan sonra 7.5 yıl hapse mahkûm edilmeleri bazı vicdanları hiç mi sızlatmıyor?!!!
- Delilsiz, haksız ve keyfî tutuklamalarla aylardır hak ve özgürlüklerinden mahrum edilerek cezaevi derebeyliklerinin olmayan “insaf”ına terk edilen masumların âhı, onlara bu zulmü reva görenleri bu dünyada da yakar, öbür tarafta da. İlâhî adalette zamanaşımı yoktur.