Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı döneminde bir yere kadar çok seslendirilen ve uygulama noktasında da kayda değer adımlar atılan “komşularla sıfır sorun” politikası ciddî bir destek bulmuş ve ikili ilişkilerin her alanında önemli açılımlar getirmişti.
Böylece mevcut gerilimleri karşılıklı diyalogla aşmanın yolu açılırken, vizelerin kalkması, gidiş gelişlerin artması ve ortak projelerin gündeme gelmesi ile hızla gelişen bir müştereklik ve işbirliği zemini doğmuştu.
Bu süreçte olumlu anlamda en şaşırtıcı gelişme ve açılımlar, öncesinde en problemli komşularımızdan biri olan Suriye ile ilişkilerde yaşanmış; yönetimler düzeyinde başlayan yakınlaşma, zaten mevcut olan toplumlar arası kaynaşmaya da olağanüstü bir tempoyla ivme kazandırmıştı.
Ama bu süreç, “Arap baharı”nın Suriye’ye sıçratılmasıyla birden kesilip tersine döndü.
Ankara, Şam rejimini devirme hedefiyle silahlı muhalefete kucak açıp destek verdi ve böylece ülkeyi şimdiki içler acısı duruma getiren iç savaşın tırmanmasında rol oynadı.
Ve sonuçta bugünün çok konuşulan IŞİD ve PYD-YPG gibi sorunları, söz konusu iç savaş ortamının ürünleri olarak ortaya çıktı.
Eğer Türkiye komşusunda yönetim ve rejim değişikliği hevesine kapılıp Şam’la köprüleri atmasa ve yangına körükle gitmese idi, belki de işler bu noktaya gelmeyebilirdi.
Şimdi, bunca can gittikten, milyonlarca Suriyeli evini barkını yurdunu terk edip sığınmacı konumuna düştükten ve meydan cirit atan terör örgütlerine kaldıktan sonra, filmi tekrar başa sarmanın sinyalleri veriliyor.
“Ba’de harabi’l-Basra...” İş işten geçince...
Bunca olup bitenlerden sonra “Zararın neresinden dönülürse kâr” diyerek manevra yapılması, Suriye’deki vahim gidişatı önleyip ibreyi çözüme çevirmeye katkı sağlar mı?
Çok zorlaşmış da olsa başka yolu yok...
Irak’la yine tırmanan gerilime gelince:
Bağdat’la daha önce Kuzey Irak ve petrolü eksenli krizler yaşayan Ankara, şimdi de Musul odaklı bir gerginliğe sürüklendi. Evvelâ Başika’daki Türk birliği üzerinden patlak veren ve aşılmış gibi görünen kavga, Musul harekâtı ile daha da alevlendi ve şiddetlendi.
İşin garibi, ABD Cerablus’ta sınırlı bir destek verdiği Türkiye’yi Musul’da dışlıyor. Ve Ankara’nın sıkı fıkı olup uğruna Bağdat’la bozuştuğu Peşmerge, Musul harekâtında Irak ordusuyla birlikte ve üstelik başı çekiyor!
Hilmi Özkök “Tuhaf kitaplar okuyorlardı, ellerinde Saadet-i Ebediye diye bir kitap vardı” dediği grubun Nurcular olmadığını hâlâ öğrenememiş.
15 Temmuz komisyonunda Hilmi Özkök’e “Saadet-i Ebediye’yi okuyanlar Nurcular değil, Nurcular Risale-i Nur okur” diyen biri çıkmamış mı?!
Saadet-i Ebediye’yi okumak da suç ve kabahat değil; ama Genelkurmay Başkanlığı yapmış birinin farkın farkında olmaması son derece tuhaf....