Komşularla sıfır sorun politikası çerçevesindeki açılımlar başladığında kısa sürede büyük mesafeler alınmıştı.
Özellikle Suriye örneğini hatırlayalım.
Sınırda vize uygulamasının kalkması, tel örgülerin ayırdığı akrabaların sadece bayramlarda ağır kısıtlamalar altında görüşebilmesi ayıbını sona erdirmiş ve herkesin serbestçe gidip gelebilmesinin önünü açmıştı.
Her alanda ilişkiler gelişmiş, Suriye’nin Şam başta olmak üzere tarihî şehirlerindeki ziyaretgâhları kapsayan turlar düzenlenmeye başlanmış, iş bağlantıları ve ticaret ortaklıkları kurulmuş, iki ülke hükümetleri arasında ortak toplantılar yapılır hale gelinmişti.
O kadar ki, Beşşar Esad bakan ve bürokratlarına “Pozitif ayrımcılık yapın ve Türk firmalarını tercih edin” talimatı veriyordu.
Tâ Arap baharı fitnesinin Suriye ayağı harekete geçirilip silahlı bir direniş hareketi başlatılıncaya ve Ankara da bu fitneye alet olup, Şam’la köprüleri atıncaya kadar...
Sonrası malûm. Kızışan iç savaş, ortaya sorülen IŞİD gibi terör örgütleri, ardı arkası gelmeyen bombardımanlar, çatışmalarda can veren yüz binler ve evini barkını terk edip yollara düşen milyonlarca masum...
Ve o açılımlara güvenerek Suriye’de yatırım yapan ve iflas eden müteşebbisler...
Neredeydik, nereye geldik; değer mi?
Şimdi benzer bir süreç Rusya ile yaşanıyor.
Bilindiği gibi, 1989’da komünist rejim yıkıldıktan ve soğuk savaş sona erdikten sonra bu ülke ile de ilişkiler ısınmaya başladı.
Suriye gibi orada da vizeler kalktı, gidiş gelişler arttı, çok sayıda işadamı Rusya’da yatırım yaptı, mağazalar açtı, Antalya sebze-meyve halinin en büyük müşterisi Rusya oldu, müteahhitlerimiz orada büyük işler aldılar, binlerce Türk işçisi bu projelerde istihdam edildi, v.s.
En son Moskova Camii arefe günü Erdoğan’la Putin’in iştirakiyle ibadete açıldı.
Ama uçak düşürme olayı ile başlayan gerilim, bütün bu olumlu gelişmelerin tersine çevrildiği ve yeniden başa döneceğimiz bir sürecin endişe yüklü sinyallerini veriyor.
Barış ve dostluğun yerini gerilim ve çatışma alırsa, bunun kime ne faydası olur?
* Önceki gün vefat eden Hasan Pulur, Köprü’nün Mart-86 sayısında Demirel’le yapılan Said Nursî mülâkatı üzerine bizi telefonla arayıp orada aktarılan bazı konular hakkında bilgi almış ve Milliyet’teki “Said Nursî-Demirel” yazılarının ilkini ondan sonra yazmıştı. Bu yazılarından birinde, “Demirel’in siyasî çizgisinde her zaman zikzaklar bulabilirsiniz, ama Said Nursî ve Nurculukla ilgili konularda asla” diyen de oydu.
AB: Katılım müzakerelerini canlandırmak için Türkiye’nin insan hakları, medya özgürlüğü ve çözüm süreci konularında adım atması gerekiyor.
“AB ile bahar”ın şartı, “AB ne derse desin, bizi bağlamaz” tavrının aşılıp hukuk ve demokrasi ihlallerinin durdurulması. BB’ın sınavı da bu.