Cemaatlerin siyaset tuzağına düşürülmesiyle ilgili tesbitlerimizi dile getirdiğimizde Yeni Asya’yı da “siyaset yapmak”la eleştirenler çıkıyor.
Ancak bu banal ve bayat tenkitleri ısıtıp ısıtıp ortaya sürenler, Yeni Asya’nın siyasete yaklaşımındaki farkı ya anlamıyorlar, ya da ısrarla anlamak istemiyorlar.
Yeni Asya’nın siyasette, Üstadın verdiği ölçülere göre meşveretle belirlediği bir oy tercihi var. Bu tercihini açıkça deklare etmekten de hiçbir zaman kaçınmıyor.
Ama bu tercihi yaparken, kendisini tercih ettiği partiyle özdeşleştirmiyor; o partiyi ve onun üzerinden devleti yönetmeye çalışmıyor; mesafeli bir duruş menzilinde kalıp kendi hizmetleriyle meşgul oluyor.
Desteklediği partiyi millet ve ülke hayrına olacak müsbet icraata teşvik ediyor; hukuk ve demokrasi esaslarına bağlı kalmasını istiyor; hata yaptığında yapıcı bir dille uyarıyor; kendisi adına birtakım pazarlıklara girmiyor; hattâ bu anlamda hiçbir talepte bulunmuyor; dahası, istiğna prensibi gereği hiçbir şey kabul etmiyor.
Bu, hasbî düşüncelerle oy desteği verdiği AP-DYP hükümetleri yıllarca iktidarda kaldığı halde Yeni Asya’nın onlardan hiçbir şey istememiş olmasıyla da sabit.
Böylece gerçek anlamda “bağımsız basın” olmanın örneğini bu tavrıyla veriyor.
Buradaki mesafeli duruş nerede; öbür tarafta kendisini desteklediği partiyle iyice özdeşleştirip, fâhiş hatalara dahi göz yumarak ve türlü teviller getirerek işi fanatik tarafgirliğe vardıran tavır nerede?
Bir başka nokta, Yeni Asya’nın tercihindeki isabetin olaylarla da teyid edilmesi.
Ülke o tercihteki adresin siyaset sahnesinde yokluğunun sıkıntısını çekmiyor mu?
Ve her halükârda Yeni Asya herşeye rağmen “demokratlara nokta-i istinad” olma konumunu muhafaza ederken, farklı rüzgârlara kapılıp savrulanların durumu Üstadın “Sakın sakın, siyaset cereyanları sizi tefrikaya atmasın” ikazını hatırlatıyor.
Risaledeki ölçülere sadakatle bağlı kalarak şahs-ı manevînin kararlarına teslim olmak varken böyle hallere düşmek niye?
Bandrol zaferi sonrası yaşanan heyecan dalgasında, devam eden gazete kampanyamıza daha fazla sarılmayı ve bu meyanda, zaferin kazanılmasında çok önemli rol oynayan “Risale-i Nur Tekelleştirilemez” ve “Sadeleştirilemez” kitaplarımıza daha çok sahip çıkmayı da ihmal etmeyelim. Gazeteyle ve bu kitaplarla verdiğimiz mücadele olmasaydı, o zafer kazanılabilir miydi?