Başbakan çok fazla taraftar ve istekli olmadığı, ama bulunduğu konum gereği mecburen savunmak durumunda bırakıldığı başkanlık sistemi için “Erdoğan’a değil, Türkiye’ye lâzım” diyor ve konunun şahıs etrafında tartışılmasının yeni anayasa çalışmalarını bir defa daha sabote edeceğini söylüyor.
İyi de, mevcut durumda bu konuyu Erdoğan’dan ayrı tartışmak mümkün mü?
Hele bizzat Cumhurbaşkanının öteden beri bu meseledeki ısrarlı takipçiliği ve keskin polemikleri devam ediyorken.
Bu tavır ister istemez Erdoğan’ı tartışmanın tam odağına yerleştiriyor ve ondan bağımsız olarak bir sistem müzakeresinin yapılabilmesine pek imkân vermiyor.
Başkanlık geçmiş dönemlerde de zaman zaman gündeme gelmiş; Özal’ın ve Demirel’in de bu yönde teklifleri olmuştu.
Ancak bilhassa Demirel, konuyu topyekûn bir “devlet reformu” çerçevesinde müzakereye açtı. Kuvvetler ayrılığını güçlendiren, check-balance, denge ve denetim mekanizmalarını muhkemleştiren, Senatonun tekrar ihdasıyla çift Meclis sistemini öngören bir proje ortaya attı.
Ama o günün parçalı, dağınık ve etkisiz siyaset tablosunda bu proje gerektiği gibi değerlendirilemedi ve sonuca ulaşamadı.
Şimdi AKP’nin yine büyük Meclis ekseriyetine sahip olduğu 4. iktidar döneminde böyle kapsamlı bir proje yerine başkanlıkta odaklanan bir talep söz konusu.
Ve Saray bu defa çok daha kararlı bir şekilde bu işin takipçiliğini sürdürüyor.
Talep edilen başkanlığın halka tanıtılması ve zihinlerdeki soruların cevaplandırılması için özel kampanyalar organize edilerek, manipülatif anketlerle bu yönde bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor.
Açıkça görünen o ki, artık işi kendi haline ve şansa bırakmaya niyetleri yok.
Hattâ bütün gayretlerine ve zorlamalarına rağmen bu parlamentoda netice alamadıkları takdirde, sırf başkanlık için “yeni bir erken seçim” alternatifini dahi göze ve gündeme almış durumdalar.
Şimdiden bunu seslendirenler var.
Peki, bunca zorlamaya halk “evet” der mi? 1 Kasım’dan sonra bu da mümkün.
Ama bir yerden sonra tersi de olabilir!
“Diyarbakır Suriçi'ni terörden temizliyoruz” derken, canlı bomba terörü İstanbul Suriçi'nde. Yapanın da, yaptıranın da Allah belâsını versin.
Çözüm sürecinin en popüler söylemi olan “Artık analar ağlamasın”ı şimdi söylemek suç! Söylersen ya PKK’lısın, ya da paralelci işbirlikçisi!
Terör fitnesi, topyekûn dayanışma ile mağlûp edilebilir. Evlat acılarını dahi kutuplaştırma siyasetleri için alet ve istismar ederek değil.