15 Temmuz’dan 5 gün sonra 20 Temmuz’da ilan edilen ve bazı bakanların “Bir-buçuk ayda kalkar” dediği OHAL bir yılını doldurduktan sonra bir üç ay daha uzatıldı, ama görünen o ki tekrar uzatma işi artık iyice zorlaştı.
Şimdiye kadar içeridekiler iyice korkutulup sindirildiği için birkaç istisna dışında pek kimsenin seslendiremediği, ama dışarıdan giderek daha da sertleşen bir tonla dillendirilen “OHAL kalksın” taleplerine “meydan okuyucu” bir eda ile rest çeken Saray, son dönemde o noktaya yaklaşma sinyalleri vermeye başladı.
Ve bir seneyi aşkın bir süredir ilk kez “çok fazla uzak olmayan bir gelecekte OHAL’in kalkması” ihtimalinden söz etti.
Ardından OHAL’in sonbaharda kalkabileceği yönünde haberler servis edildi.
Muhtemelen, yürüyen darbe davalarının bir şekle girmesine paralel olarak bu konuda da yavaş yavaş normalleşme adımları atılabilir ve Ekim’de 15. ay dolduktan sonra OHAL tekrar uzatılmayabilir.
Peki, OHAL’e son verilmesi, normale dönüş anlamına gelir mi? OHAL uygulamalarındaki hoyratlığın yol açtığı ağır tahribata ve ortaya çıkardığı hukuk enkazına bakıldığında, bu suale “evet” cevabı verebilmek maalesef mümkün görünmüyor.
Aile fertleri ve akrabalarla birlikte milyonlara ulaşan bir kitleyi mağdur eden on binlerce gözaltı ve tutuklama ile yüz bini aşkın ihracın toplumsal faturası çok ağır.
Darbecilerle hesaplaşma iddiasının ardına gizlenerek görülmemiş bir hışımla gerçekleştirilen tasfiye ve kıyım operasyonlarında, darbe dönemlerinde dahi benzerine rastlanmayan bir yaygınlık ve şiddette hukuk ve insanlık dışı hak ihlalleri gerçekleştirildi. İftira, ihbar ve şüphelerle hazırlanan dosya ve listeler esas alınarak birçok insanın en temel hak ve özgürlükleri gasp edilirken, hak arama yolları da kapatıldı. Alabildiğine geniş ve yaygın bir mağdurlar kitlesi ortaya çıktı.
OHAL’in kalkması, bu mağdurlar için ne anlam ifade edecek? Haksız yere aylarca içeride tutulanların veya işten çıkarılanların çektiği çileler ve uğradığı kayıplar ne olacak? Bunların telafisi mümkün mü?
OHAL’cilerin bu sorulara cevabı var mı?
***
Adalet Bakanı: “Bırakalım, bağımsız ve tarafsız yargı hukukun çizgisi içinde kararlarını versin.” Peki, gidişat bu dediğiyle örtüşüyor mu?
Yargının bağımsız ve tarafsız olup olmadığı, siyasetçilerin beyanlarıyla değil, kararlarının hukuk, adalet ve vicdana uygunluğuyla ölçülür.
Adalet Bakanından beklenen, polemik yapmak değil, keyfî ve haksız uzun tutuklamalara ve zindanlardaki masumların durumuna çare bulmaktır.