Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra başbakan ve hükümet üzerindeki dominant ve müdahaleci tavrını sürdürmesinin izahını “Ben devletin başıyım ve halkın oylarıyla seçildim” diyerek yapmaya çalışıyor.
Sistemdeki arızayı anlatırken, MİT’in ve Genelkurmay’ın kendisine değil, Başbakana karşı sorumlu kılınmış oldğunu örnek verirken, oysa bu kurumların devlet başkanı ve başkomutan olarak kendisine bağlı olması gerektiğini söylüyor.
Mevcut durumun devlette çift başlılığa yol açtığını ifade ederek, “Başkanlık bunun ortadan kaldırılması için kaçınılmaz şart” diyor.
Bunları, kendi getirdiği Davutoğlu’nu çekilmek zorunda bıraktığı sürecin ardından söylüyor.
Oysa ona genel başkanlık ve başkanlık yolunu açarken, “Emanetçi başbakan istemiyorum” demiş, “Güçlü cumhurbaşkanı-güçlü başbakan” formülünden yana imiş gibi bir görüntü ve izlenim vermişti.
Ancak gelinen noktada bunun konjonktürel bir taktik olmaktan öteye gitmediği ortaya çıktı.
Davutoğlu’nun bir taraftan zahirde Erdoğan’la ters düşmeden, onunla uyum içinde işi götürmeye çalışırken diğer taraftan “güçlü” ve inisiyatif kullanan bir başbakan olma gayretinin işaretlerini verdiği bir sürecin geldiği yer burası oldu.
Hassas ve kritik konulardaki görüş ve yaklaşım farklılıkları su yüzüne çıkarak biriktikçe, bu sonucu doğuran sebepler de yığıldı.
Zaman zaman kuşkuyla bakanlara “İyi polis-kötü polis rolü mü oynuyorlar?” diye sorduracak boyutlara ulaşan bu farklılıklar özellikle Batıyla ilişkilerde zirve yaptı.
Bu noktada görünen o ki, AB mahfillerinden gelen “Muhatabımız Davutoğlu” mesajları ve ardından Başbakanın Obama’dan randevu talebinin gündeme gelmesi, bardağı taşıran son damlalar oldu.
Açıkça belli ki, Erdoğan dışarıya da “Muhatabınız sadece benim, başkalarıyla oyalanmayın, buna müsaade etmem” mesajı veriyor.
Ancak içeride iyice keskinleştirerek uyguladığı sertlik politikalarını dışarıya da taşıyıp restlerle yola devam etmesi, Türkiye’yi bir tecrit ve yalnızlığa sürüklüyor.
Ve bunu “Dünyaya meydan okurken milletimin desteğini arkamda hissediyorum” diye örtmeye çalışıyor, ama nereye kadar?
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kardeşi, değerli insan Şevket Demirel’e Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına sabır niyaz ediyorum.
Erdoğan: “Hayatın her alanında adalet ve merhamete ekmek, su, hava kadar ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz.” Doğru söze ne denir?!