Bu topraklardaki hürriyet hareketleri, başından beri gerek İslam âleminde, gerekse Batıda yakın takibe alınıp dikkatle izlenmişti.
Nitekim Osmanlının 1900’lerdeki hürriyet ve meşrutiyet denemesi, Rusya’dan Hindistan’a ve Kuzey Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyada bilhassa Müslümanlar tarafından büyük bir ilgi ve dikkatle takip edilmekteydi.
Meşhur seyyah, değerli ilim ve fikir adamı Abdürreşid İbrahim, Alem-i İslam ismini verdiği seyahat notlarında, Meclis-i Meb’usan’ın faaliyete geçtiği haberini alan Rusya Müslümanlarının bu olayı sevinçle karşılayarak İstanbul’a tebrik telgrafları yağdırdıklarını anlatır.
Aynı sevinç Hindistan Müslümanları arasında da yaşanmış ve bu coşku Müslüman aydınların yayın organı Mussulman gazetesinin 31.7.1908 tarihli sayısında şöyle yansıtılmıştı:
“Osmanlının meşrutî bir yönetime geçmesi, Doğunun uyanışı, İslâmın artık uyumadığı ve ‘hasta adam’ın iyileşmeye başladığı gerçeklerinin ifadesidir ve Hindistan’daki Müslümanlara da yep yeni bir ruh aşılayacaktır.”
Müslümanlar hadiseyi böyle değerlendirirken, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ise şu yorumu yapmıştı: “Eğer Osmanlı devleti gerçekten meşrutî bir yönetim kurar, ayakları üzerinde durabilir ve güçlenirse, bunun sonuçları tahminlerin çok ötesine geçer. Mısır’daki etkileri muazzam olur ve bu tesirler kendisini Hindistan’da da hissettirir.”
Bakan İstanbul’da bulunan elçisine, Osmanlının Meclis sistemindeki başarısının, İngilizlerin reddetmekte güçlük çekecekleri meşrutî yönetim taleplerine yol açacağını da söylemiş.
İngiliz Bakanın bu sözleri, gerek Osmanlı döneminde, gerekse cumhuriyet sonrasında yaşadığımız demokrasi denemelerini kesintiye uğratan müdahale ve ihtilâllerin ardındaki dış tesirleri de gözler önüne seriyor.
Bediüzzaman’ın bu tesbitleri perçinleyen ifadelerini de aktaracak olursak: “Osmanlıların hürriyeti, koca Asya taliinin keşşafıdır, İslamiyetin bahtının miftahıdır, ittihad-ı İslam surunun temelidir.” (Eski Said Eserleri, s. 240)
Bu tesbitler o zaman olduğu gibi bugün de, yarın da geçerli. Osmanlı hürriyete kavuşamadan çöktü ve tarihe karıştı. Ama aynı mana selefi Türkiye için de devam ediyor. Bugünün dünya konjonktüründe Türkiye’nin kendi içinde özgürlükçü, hukuka ve millet iradesine dayalı bir demokrasiyi başarabilmesi, Asya’nın ve İslam âleminin de önünü açacak ve İslam birliğine giden yolun kapısını aralayacaktır (Bu yazı 13 yıl önce, 24.3.02’de bu köşede yayınlandı).