Cumhurbaşkanının gündeme getirdiği “Misak-ı Millî” kavramı ve sınırları, Osmanlı Meclis-i Meb’usan’ının 28 Ocak 1920’de kabul ettiği kararla belirlenmişti ve Mondros Andlaşmasının imzalandığı tarih itibarıyla işgal altında olmayan Osmanlı topraklarını kapsıyordu.
Misak-ı Millî sınırları içinde, bugünkü Anadolu ve Trakya’ya ilaveten, gündemdeki Musul ile beraber Kerkük ve Süleymaniye’yi içine alan bölge, yani şimdiki Irak’ın neredeyse yarısı ve ayrıca Suriye’nin de yarısı vardı.
Ve tarifi, kararda şöyle yapılıyordu:
“İskenderun körfezi cenubundan (güneyinden) Antakya’dan Halep ile Katma istasyonu arasında Cerabulus Köprüsü cenubunda Fırat nehrine mülâki olur (kavuşur), oradan Deyrzor’a iner, ba’dehu (ondan sonra) şarkta temdit ederek (uzanarak), Musul, Kerkük, Süleymaniyeyi ihtiva eder (içine alır).”
Ayrıca, bugünkü Yunanistan sınırları içindeki Batı Trakya ile Gürcistan’a ait—ama o zaman Kars ve Ardahan’la beraber “elviya-i selâse,,” yani “üç sancak”tan biri olarak anılan—Batum’un statülerinin, buralarda yapılacak referandumlarla tayini öngörülüyordu.
Batum 1921’de yapılan Kars anlaşmasıyla Lozan’dan önce Gürcistan’a verildi. Batı Trakya’dan Lozan’da, Musul ve Kerkük’ten Lozan sonrası vazgeçildi. Özellikle Musul ve Kerkük’ün terk edilmemesi için Birinci Meclis çok direndi, ama son aşamada M. Kemal bastırınca buralar TC sınırlarının dışında kaldı.
O dönemde Birinci Dünya Savaşının galiplerince cetvelle çizilen sınırlar hep tartışma konusu oldu. Bu sınırlar bölgenin sosyal, tarihî ve coğrafî özelliklerini dikkate almadan mı belirlendi, yoksa bir asır sonrasını bile kapsayan tuzaklar yerleştirme düşüncesiyle mi?
Gelişmeler ikinci şıkkın geçerli olduğunu her geçen gün daha açık ortaya koyuyor.
90 yıl dış destekli aktörlerle sürdürülen bir statükoyu, BOP uzantılı “Arap baharı” tezgâhıyla değiştirme ve bölge ülkelerini birbiriyle çatışan küçük devletçiklere bölüp parçalama senaryolarının yürürlüğe konulduğu bir süreçte, iştah kabartıcı Musul ve Kerkük tuzakları ABD’nin 1991’de başlattığı Birinci Irak Savaşından bu yana sürekli gündemde.
Bu tuzaklara düşme riskinin yine yükseldiği ve sağduyu ihtiyacının had safhaya çıktığı çok hassas ve kritik günlerden geçiyoruz.
Merhum Gönenli Hocanın talebelerinden, Yerebatan Camii eski İmamı Enver Baytan Hocaya Allah’tan rahmet, ailesine sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.
“MGK-2004’te uyardık” diyen H. Özkök’e BB’ın “Cemaatler ne zamandan beri terör örgütü oldu?” cevabı olumlu. İcraat da cevapla uyumlu olmalı.
BB: “Kimse eline silah almadıkça, teröre bulaşmadıkça, insan öldürmedikçe terör örgütü muamelesi görmez.” Peki KHK mağdurlarının kaçı böyle?