Son Afrika gezisine çıkarken, AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği karara “Saygı da duymuyorum, uymuyorum da” diye tepki gösteren ve bidayet mahkemesine de AYM sonrası verdiği tahliye kararı için “fırça” atan Erdoğan, sözlerinin tetiklediği yoğun tepkiler sorulduğunda “Demek ki isabet etmişim” yorumu yaptığı gezi dönüşü konuya kaldığı yerden devam ederek “Bu iş daha bitmedi” mesajı verdi.
Bu seferki mesajı evvelâ savcıya idi.
Ona “AYM kararına itiraz et” dedi.
Sonraki adres yine mahkeme oldu ve oraya da “tekrar tutukla” sinyali gönderdi.
(Bu arada HSYK kaşla göz arasında, davaya bakacak mahkeme heyetini değiştirdi. Böylece “Dava devam ederken hâkim değiştirilmez” kuralı da çiğnendi.)
Erdoğan “Mahkeme tutukluluğun devamına karar verirse AYM’nin yapacağı birşey kalmaz. İlgililer isterlerse AİHM’e başvururlar. AİHM kararının bağlayıcılığı sadece tazminat bakımındandır. Tazminata hükmederse devlet ya bu karara itiraz eder veya tazminatı öder” diye, “engin” hukukî değerlendirmelerini sürdürdü.
Yani, “AİHM bizi mahkûm ettiği takdirde gerekirse parasını öder, işi kapatırız” dedi. Sanki kendi kesesinden verecek!
Erdoğan kendisine yönelik “anayasayı ihlal” eleştirilerini cevaplarken de “İhlal eden ben değilim, AYM” dedi ve mahkemenin bireysel başvurularda verdiği kararların bağlayıcı olmadığını öne sürdü.
Ve ertesi gün güya ona destek için atılan bir manşette “Bireysel başvurularda AYM’nin verdiği kararları bağlayıcı olmaktan çıkarmak için yasal düzenleme yapılacak” (Türkiye, 6.3.16) haberiyle skandala tüy dikildi. İstim arkadan geldi!
Bütün bu skandallar zinciri, sonuçta işin özüne dokunan son derece vahim bir anayasa ihlalini de gözler önüne seriyor.
Anayasa diyor ki: ‘Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, mahkemelere talimat veremez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Yargı bağımsızlığını güvenceye almak için konulan bu kuralı, karşı karşıya olduğumuz olayda maalesef devletin en tepe noktasındaki—üstelik bunun da tatbikini gözetmekle sorumlu olan—kişi çiğniyor.