Altı buçuk yıl önce Davos’ta Peres’e karşı yapılan, ama hemen akabinde “Moderatöre söylemiştim” çarkıyla geri alındığı halde sanki İsrail’e ilk kez böylesine cesaretle rest çekilip kafa tutulmuş, meydan okunmuş ve haddi bildirilmiş havasında sunularak tribünleri ve Arap sokaklarını heyecana getirmek için tepe tepe kullanılan “one minute” çıkışından, Mavi Marmara katliamı sonrasındaki tepkilerden ve İsrail’i terörist devlet olarak niteleyen çıkışlardan sonra gelinen nokta çok dramatik.
İsrail’le yeniden “barışıldı,” anlaşma yapıldı ve ilişkiler tekrar normale döndü,
İlginç olan, önceki restlerin de, şimdi varılan mutabakatın da aynı tonda coşkuyla büyük bir zafer olarak sunulması.
Kıvraklığın bu kadarına pes doğrusu.
Bu baş döndürücü ters manevralarda arada kalan, Mavi Marmara’nın organizatörleri oldu. “Giderken bana mı sordunuz?” çıkışıyla onlar da ortada bırakıldı.
Oysa bu riskli ve tehlikeli seferden hükümetin haberinin olmaması mümkün değildi. Hattâ gemide bazı iktidar milletvekilleriyle mensuplarının da bulunduğu, ama son anda indikleri ifade ediliyor.
Hükümet isteseydi gemiyi durdurabilir ve yolculuğunu engelleyebilirdi. Ama yol verdi ve 10 şehidin verildiği müessif ve menfur saldırı ondan sonra gerçekleşti.
Şimdi bu katliamda sorumluluğu olmakla suçlanan İsrailli komutan ve askerler hakkında açılmış davalar, yapılan anlaşma gereği düşecek. Yani AKP 10 şehidin kanını da yerde bırakmış oldu.
Şehit yakınları ve mağdurlar isyanlarda, ama iktidar cenahının umurunda mı?
Ve dalkavuklukta sınır tanımayan iktidar medyası, yapılan manevralara kılıf uydurma “beceri”siyle göz kamaştırıyor.
Bunun en tipik örneklerinden biri, düne kadar “İsrail uşağı” olmakla suçladıkları “paralelciler” için şimdi “İsrail’le ittifakımız paralelle mücadelemize güç verecek” deme noktasına gelmiş olmaları.
Bu kadar ilkesiz, prensipsiz, omurgasız ve ahlâksız bir iktidar ve mücadele anlayışının, kendilerini “dindar” diye tanımlayan kadrolardan sâdır olması, gerçek dindarlık adına ne büyük talihsizlik!
Not: 15 Temmuz’dan önce yazdığımız, ama menhus kalkışmayla gündemin tamamen saptırılması üzerine beklemeye aldığımız bu yazıyı, söz konusu anlaşmanın Meclise gelmesi üzerine yayınlıyoruz.
15 Temmuz şokunu aşmaya çalışırken seslendirilen 14 Ağustos’u çok şükür olaysız atlattık. Şimdi ibre 16 Eylül’e çevrildi. Ekim’de hangi gün!
Her ay bir “darbe günü” ortaya atanların derdi demokrasi mi, yoksa toplumu sürekli diken üstünde tutup gerilimi ilânihaye devam ettirmek mi?
Yine bulaşan Kkç’e: Adının bile geçmediği bir tweet’e 2 yazıyla güya cevap veren zeka ve edep özürlülere harcayacak vaktim yok. Başka kapıya
Yeni Asya’ya sataşırken “Ettiğin küfürler için Allah razı olsun” dediği Karakaya’ya yaslanan H. Öztürk’e: Bozacının şahidi şıracı. Geçiniz.
Kkç, Öztrk ve diğer tetikçiden, Yeni Asya’nın hep haktan yana, zulme karşı duruşunu anlamalarını beklemiyoruz. İdrak herkesin harcı değil.
H. Öztürk’e, aynı şekilde sataşan Karakaya’nın, cevabımız üzerine sustuğunu ve konunun kapandığını hatırlatırız. Yeniden açan mahcup olur.