Cumhurbaşkanı Erdoğan son konuşmalarından birinde özet olarak şunları ifade ediyor:
“Birileri bize ‘Irak, Suriye, Gürcistan, Kırım, Karabağ, Azerbaycan, Balkanlar, Kuzey Afrika ile niye ilgileniyorsunuz?’ diye soruyor. Ne aradığımız sorulan yerlerin hiçbiri bize yabancı değil. Rize’yi Batum’dan ayırmak mümkün mü? Gaziantep’le Halep’i, Mardin’le Haseki’yi, Siirt’le Musul’u nasıl birbirleri ile ilgili olmayan yerler olarak kabul edebiliriz? Kardeş ülkelerle ilgilenmek görevimiz ve hakkımız. Bunlardan vazgeçtiğimiz gün istiklal ve istikbalimizden vazgeçtiğimiz gündür. Buna hakkımız olmadığı gibi milletimiz de böyle bir duruma rıza göstermez.”
Sâbık Başbakan Davutoğlu da yeri geldikçe coşkuyla aynı söylemleri kullanıyordu.
Aslında bir cihan devletinin vârisi olmamız ister istemez o coğrafyalara böyle bakmamızı netice veriyor. Rahmetli Demirel de Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Kafkasya’da bigâne kalamayacağımız gelişmeler olduğunda “Tarih eteklerimizden çekiyor” derdi.
Bu itibarla, en yakın komşularımızdan başlayarak, Osmanlı hinterlandında olup bitenler bizi bir şekilde mutlaka ilgilendiriyor.
Osmanlının mirasçısı olmamız bir yana, Asya ile Avrupa arasında jeostratejik köprü olma vasfına sahip önemli bir bölge ülkesi oluşumuz da bunu kaçınılmaz hale getiriyor.
Balkanlar’dan Ortadoğu’ya birçok ülkede Türk nüfusun varlığı başlı başına bir gerekçe.
1. Dünya Savaşı sonrasında akbabalar gibi Osmanlı bakiyesi topraklara üşüşüp taksimat yapan emperyalist güçlerin şimdiki uzantılarının bölge üzerinde yeni projeleri gündeme getirdiği bir süreçte Türkiye’nin bunlara kayıtsız kalması elbette ki düşünülemez.
Nitekim Arap baharı adı altında başlatılan ve ilk çıkarıldığı ülkeden bilâhare sirayet ettirildiği ülkelere kadar her yere “kara kış” getiren fitne sürecinin bu karanlık projeleri hayata geçirmek için tasarlandığı, yaşanan gelişmelerle bugün çok daha iyi anlaşılıyor.
Ama iç içe geçmiş tuzaklarla gündeme getirilen bu projelere karşı çok dikkatli ve temkinli hareket edilmesi gerekirken, tersine hissî ve hamasî yaklaşımlara dayalı politikalar izlenmesi, bugünkü tabloyu netice verdi.
Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki sıkışmışlığı, bu politikaların sonucu. (Devam edeceğiz.)
15 Temmuz şehitlerinin hesabı, o meş’um ve menfur kalkışmanın gerçek faillerinden sorulsun; hiç alâkası olmayan masum insanlardan değil...
Güçler ayrılığının yerle bir edilip bağımsız olması gereken tüm kurumların bağımlı kılındığı bir yapıda en büyük reform başkanlık, öyle mi?!
Risale-i Nur’dan Hayat Prensipleri: Şahs-ı manevî, sarsılmaz bir nokta-i istinaddır... http://www.yeniasya.com.tr/video/sahs-i-manevi-sarsilmaz-bir-nokta-i-istinaddir_412339 … @yeniasya aracılığıyla