Bediüzzaman, Âl-i Beyt olarak anılan Peygamber nesli hilâfete daha lâyık ve müstehak iken devlet idaresinin neden onlara nasip olmadığını kader ve hikmet cihetleriyle yorumlarken, geçerliliğini hiçbir zaman kaybetmeyecek olan son derece önemli prensiplere dikkat çekiyor.
Dünya saltanatının aldatıcı olduğunu hatırlattıktan sonra, hilâfet ve saltanat makamına geçecek kişinin bu aldatıcı cazibeye kendisini kaptırıp aldanmamak için ya peygamber gibi masum, veya Dört Halife, Ömer bin Abdülaziz ve Abbasî Halifesi Mehdî gibi “harikulâde bir zühd-ü kalbî” sahibi olması gerektiği gerçeğini vurguluyor.
Mektubat’ta dile getirilen (s. 172) bu gerçeğe, Emirdağ mektuplarından birinde de daha değişik ifadelerle tekrar dikkat çekiliyor. Bu mektubunda Bediüzzaman, “güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler, onlara benzeyen mücahitler ve selef-i salihîn” dışında, “Siyasetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar ve müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar” diyor (Emirdağ L., s. 113).
Ve devamında, siyaseti asıl maksat yapanların gündeminde dinin ister istemez ikinci planda kalacağını ifade ediyor. Oysa hakikî dindar için bütün kâinatın gayesinin iman ve ibadet olduğunu, siyasetle ilginin ise ikinci üçüncü derecede ve siyaseti—eğer mümkünse—dine ve hakikate alet ve hizmetkâr kılmakla sınırlı olduğunu bildiriyor.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, münhasıran dine hizmet için yola çıkmış olan insanların siyasetle ilişkisini böyle bir temele oturtarak, dini ve hizmetkârlarını politik çekişme ve mücadelelerin getireceği kirlenme ve şaibelerden uzakta tutmanın da yolunu açmakta.
Bu temel ölçü, prensip, mesaj ve uyarılara itibar etmeyerek ve dindar kimliklerini öne çıkararak siyaset arenasına atılanlar ise, zaman içinde bu kimliklerinde çok ciddî bir erozyon yaşıyorlar. Üstelik bu erozyon, daha işin başında çok ciddî hedef sapmaları ile başlıyor.
(...) Öte yandan, siyasetin yolsuzluk, hortumculuk ve yandaşlara menfaat dağıtma şaibesiyle iyice kirlendiği bir ortamda, dindar kimlikleriyle siyasete soyunan kadroların da seçimle elde ettikleri makamları benzer şekilde kullandıkları görüntüsü, önemle üzerinde durulması gerekli bir konu. (...)
Siyasetin “rant ve menfaat kavgası”na dönüştürüldüğü günümüz ortamı, maalesef dindar kimlikleri de sür’atle dejenere ediyor ve aşındırıyor. (Bu yazı 12 seneyi aşkın bir süre önce, 22.10.02 günü bu köşede yayınlandı.)