Her ne kadar tartışmaya açık ve aksini söylemeye müsait yönleri olsa da, “Artık kendi kulvarında siyasetten bağımsız bir yapıya oturduğu için, ekonomi siyasî dalgalanmalardan fazla etkilenmiyor” görüşünün kısmen de olsa gerçeği yansıtan bir tarafı olabilir.
Fert ve toplum hayatının önemli boyutlarından biri olan ekonomi, günübirlik ve gelip geçici siyaset rüzgârlarından ne kadar az etkilenirse, insanlar o derece rahat ve güvenli olurlar.
Aynı şey hayatın diğer alanları için de geçerli. Ve bunların başında dinî hayat geliyor.
Dikkatle bakılır ve iyi değerlendirilirse, bu alanda yaşanan sıkıntıların temelinde, devlet ve—sahip çıkıp savunma amaçlı da olsa—siyaset kaynaklı müdahalelerin yattığı açıkça görülür.
Yaşadığımız tecrübeler gösteriyor ki, devlet ve siyaset dinden elini çekmediği ve dinî hayatı ikisinden de bağımsız bir konuma yerleştiremediğimiz müddetçe sıkıntılar bitmeyecek.
Peki, bunlar kendiliğinden ellerini çeker mi? Devletin de, siyasetin de tabiatının buna müsait olmadığı açık. Hele bizdeki uygulamada, dini tamamen vicdanlara hapsederek hayattan silme hedefiyle yola çıkmış bir ideolojinin güdümündeki devletten bunu beklemek çok abes.
Böyle bir devlet yapılanmasından kaynaklanan dayatmalara karşı çıkıp dinî talepleri gündeme getirme yolu olarak siyasetin doğru bir yöntem ve tercih olmadığı da anlaşılmış olmalı. (Toplumun siyasetten, parti ayrımı gözetmeden, din özgürlüğü talebinde bulunup bu talebinin takipçisi olması ve siyasetin yine parti ayrımı olmadan kurum olarak dine hizmet etmesi gereği ayrı konu.)
Dinin, sivil, özgür, bağımsız ve gayri siyasî bir zeminde yaşanması ve savunulması gerekiyor. Çünkü din, esas itibarıyla ölümden sonrasındaki ebedî hayata yönelik, uhrevî amaçlı, ama bunu yaparken dünyayı ihmal etmeyen, ancak dünyevî hayata ilişkin düzenlemelerini de ahiret perspektifine yerleştiren bir inanç sistemi. Devlet ile siyaset ve ortak paydalarını oluşturan “iktidar” olgusu ise dünyevîliği önceliyor...
(Bu yazı Cemaatler ve Toplum-Siyaset-Devlet kitabımızdan alındı, s. 45-6)
Başkanlığa bu şekliyle itiraz edenleri “millî iradeden korkmak”la” suçlayanlar, 7 Haziran’da sandıktan çıkan millî iradeyi beğenmemişlerdi.
“Eğer millî irade benim arkamdaysa makbuldür, değilse yine bana arka çıkıncaya kadar seçimlere devam edilir” anlayışıyla demokrasi olur mu?