Bağımsızlığı demokrasinin önüne koyan, dahası demokratikleşmeyi bağımsızlığın engeli olarak gören anlayış, işi daha da ileri götürerek, demokrasi ısrarını bağımsızlık mücadelesine direniş olarak değerlendiriyor.
Ve sözüm ona bağımsızlık mücadelesinin belirleyici olacağı bir gelecekte demokratikleşme taliplerinin yerinin olmayacağını savunuyor.
Son dönemde iktidarla bağlantılı “entelektüel”lerin kapalı kapılar ardındaki değerlendirmelerinde “Batı tipi demokrasi bize uymaz” gibisinden “fikir”lerin seslendirildiğine ilişkin duyumlarla örtüşen bu yaklaşım, demokrasiyi boşlayarak AB’ye sırt çeviren tavrın arkaplanına da ışık tutuyor.
Çok eskilerde demokrasiyi “şirk ve küfür düzeni” olarak gören ve reddeden anlayış bu şekilde yine tenasuh ederek kendisini gösteriyor.
Keza demokrasi için vaktiyle kullanılmış olan “hedefe götürecek tramvay” benzetmesinin kaynaklandığı çıkış noktasını da aydınlatıyor.
Bu parçaların birleştirilmesiyle şekillenen sonuç, çağdaş ve evrensel kriterlerle belirlenmiş “demokrasi” tanımını “Batı tipi” yaftasıyla reddedip kabul etmeyen bir anlayışı yeniden karşımıza çıkarıyor.
Bediüzzaman’ın “İki Avrupa” tasnifini de kulak ardı ederken, fiiliyatta Batılı güçlere yine teslim olup boyun eğen bir sözde Batı aleyhtarlığı...
15-20 Temmuz sürecinde icad ettiği ve her vesileyle tekrarladığı “yerli ve millî” kıstasını demokrasiye de uyarlayıp, bu kavramı yalnızca kendi iktidarıyla, millî iradeyi de sadece kendisine verilen oylarla tarif eden tekelci bir zihniyet.
Herkesten biat etmesini isteyen, eleştiriye tahammülü olmayan, muhalefeti “düşman, hain, terörist, şer ittifakı” sayan bir “düşünce” yapısı.
Demokrasi sayesinde elde ettiği iktidarı ne pahasına olursa olsun bırakmamak için her türlü saptırma, çarpıtma ve manipülasyona başvururken hukuku da, en temel hak ve hürriyetleri de çiğnemekte beis görmeyen bir anlayış.
Kendi varlığına kutsallık atfederken farklı fikir ve yaklaşımları hazmedemeyen ve reddeden bu anlayışın, “demokrasi” diyenlere hayat hakkı tanımak istemeyişi ve ülkenin geleceğinde artık onlara yer olmadığını iddia etmesi hiç de şaşırtıcı değil.
Peki, Osmanlının son dönemlerinden itibaren yaşanan süreçlerde demokrasiye ulaşmaya çalışırken ağır bedeller ödeyen Türkiye bu zihniyete teslim olabilir mi? Ve demokrasinin, hak ve özgürlüklerin öne çıktığı bugünün dünyası bu değerlerden uzak bir Türkiye’yi kabul edebilir mi?