Son günlerde iktidarın verdiği ve kendi kitlesinde de ciddi eleştirilere hedef olan “Atatürk” vurguları ve bu eksende oluşturulan yapay gündem, şu vakıayı da bir defa daha teyid etmiş oldu:
Türkiye ne zaman demokrasiden uzaklaşsa, “Kemalist yığınak” da o oranda artıyor.
Millî bayram günleri ve özellikle 10 Kasım’lar vesile kılınarak, Atatürkçülük propagandası ve “beyin yıkama” seansları, zaten başından beri buna teşne olan medya aracılığıyla tekrar tekrar yoğunlaştırılıyor.
Anıtkabir ziyaretleri, heykel ve büstler önünde ve bütün okullarda düzenlenen anma törenleri 9’u 5 geçerken çalınan siren sesleri, o esnada çekilen görüntüler...
Şimdiye kadar sayısız defa tekrarlanagelmiş abartılı ve yapmacık methiyelerle dolu hamasî söylem ve konuşmalar, mesajlar, manşetler, köşe yazıları, sayfa sayfa ilanlar...
Demokratik ülkelerde böyle birşey yok.
Malûm, Kuzey Kore liderinin babası öldüğünde orada yaşanan görüntülerle bizdekiler arasındaki benzerlik söz konusu edildiğinde Kemalistler çok öfkelenmişlerdi.
Ama geçtiğimiz 10 Kasım’da yine benzer şeyler yaptılar. Ve bu defa böyle bir havanın oluşturulmasında başı Erdoğan çekti.
Ardından iktidar sözcüleri ve iliştirilmiş medyadaki yorumcuları hararetli bir “M. Kemal’e sahip çıkma” yarışına girdiler.
Aslında AKP’nin yaklaşımı başından beri bu idi. Ama işaretlerini görmemekte ısrar eden kimileri, iş bu derece ayyuka çıkınca yaşadıkları derin hayal kırıklığını ve tepkilerini nihayet dile getirmeye başladılar.
Bu rahatsızlığın açığa vurulması üzerine yine iktidar cenahından bazıları “AKP Atatürkçü olmadı, ama Atatürk’le de bir sorunu yok, Atatürk’e sahip çıkmak Atatürkçü olmak anlamına gelmez” gibi ipe sapa gelmez tevillerle kıvranıp duruyorlar.
Bu arada en çok seslendirilen laf şu:
“M. Kemal milletin ortak değeridir.”
Ancak bu iddianın ciddiye alınabilmesi için, evvelâ yürürlükteki 12 Eylül darbe anayasasında hâlâ duran Atatürkçülük dayatmasının ve sonra 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununun kaldırılması şart.
Bu dayatma üzerinden yürütülen tek taraflı propaganda ve beyin yıkamalarla hiç kimseyi toplumun ortak değeri haline getiremezsiniz. Hiç boşuna uğraşmayın.
Metiner’in “Krallar gibi yaşıyorlar” dediği f.ö tutuklularına, ağır hasta ve bakıma muhtaç 80’lik, 90’lık Topal Hafız’lar, Mustafa Dedeler, niye orada olduklarının dahi farkında olmayan alzheimerlı teyzeler. genç anneler, 700’e dayanan çocuk ve bebekler, öğrenciler de dahil mi!!!
Peki ya 8.5 aydır tutulduğu cezaevi yönetiminin “f.ö suçlusu” diye nitelediği, aylardır gazetesi ve kitabı verilmeyen, eşinin gönderdiği güle dahi müsaade edilmeyen, yerin 7 kat altında 7 saat bekletilen Nur?!!