Geçen hafta sonu Yeni Asya Vakfı’nda Demokrat Eğitimciler Derneği’nin organizasyonuyla düzenlenen sezonun ilk seminerinde cemaatlerle ilgili olarak gündemde olan birçok meseleyi konuştuk.
Devletin cemaatlere bakışındaki problem ve çelişkiler, cemaat-siyaset ve cemaat-ticaret ilişkileri, malûm gerilimler ve son dönemde cemaatlere yönelik olarak seslendirilen projeler gibi bir konuyu değerlendirdik.
Konuşmanın geniş bir özetini, genç arkadaşımız Murat Ercan’ın yaptığı derleme ile okurlarımızın bilgi ve dikkatine sunuyoruz.
Cemaatler hem Türkiye’de, hem İslam dünyasında, hem de bütün insanlığın sosyal hayatında çok önemli yeri olan beraberliklerdir. Sadece Müslümanlarda değil, Hıristiyanlarda da farklı farklı cemaat ve tarikatlar var. Batı demokrasisinde bunların özgür bir şekilde örgütlenebildiğini, okullar, hastaneler, sosyal yardım kuruluşları ve sivil toplum örgütleri kurduklarını, sosyal hayatta çok itibarlı yerlere sahip olduklarını görüyoruz.
Ama Türkiye, yola çıkarken cumhuriyet adı altında kurulan baskı rejiminin tortularını hâlâ aşabilmiş değil. Bu konuları demokratik bir ortamda değil, OHAL rejiminde konuşmak gibi bir talihsizlik yaşıyoruz. Temennîmiz bunların aşılması ve Türkiye’nin bu konuları da sağduyuyla, sükûnetle ve demokratik ortamda müzakere edebileceği bir iklime kavuşması. Türkiye bir an önce normale dönmeli.
Buradan 15 Temmuz’a geçecek olursak:
OHAL kapsamında devam eden operasyonlar hakkında Başbakan şunu söyledi: “Bir ‘FETÖ’ye karışanlar var, bir de bunların içinde darbeye karışmamış olanlar var.” Bunlar içinde on binlerce insan tutuklandı. Adalet Bakanı tutuklu sayısını 32 bin olarak açıkladı (Daha sonraki beyanlarında ise 34 bini geçtiğini söyledi).
Darbeyle hesaplaşırken darbeye karışanları, fiilen görev alan, halka ateş açan, katliam yapanları ve 241 insanı öldürenleri, onları bu işe azmettirenleri, planlayanları, yönetenleri bulun, cezalandırın. Ama öğretmen çifti içeri atıp 10 aylık bebeklerini, 3-5 yaşındaki çocuklarını sahipsiz ve ortada bırakmanın anlamı ve izahı ne? Bunlar sorulduğunda “mağduriyet edebiyatı” denilerek gargaraya getiriliyor. Bu meseleler geçiştirilerek ciddî mağduriyetlere sebebiyet veriliyor.
Yarın: Devlet gölge etmesin, yeter
Son dönemde Diyanet canibinde de Risale-i Nur’a yönelik asılsız suçlama ve iftiraların seslendirilmeye başlanması pek hayra alâmet değil.
Risaleleri kendi amblemiyle basmaya başlayan Diyanet’te Bediüzzaman ve Risale-i Nur aleyhtarı bir yaklaşımın uç vermesini neye yormak lâzım?
Diyanet’te Risale-i Nur karşıtı tavrın öne çıkmaya başlaması, devlet tekeline karşı verdiğimiz mücadelenin haklılığını tekrar teyid ediyor.