Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın, “17 Aralık 2016 tarihli yazınızdaki şahsımla ilgili bazı ifadelerinize tavzih sadedinde” notuyla gönderdiği mesajın ilgili kısmını sunuyoruz:
Selamünaleyküm Kâzım Bey,
Yazınızı geç gördüğüm için cevap davetinize icabetim de gecikti.
Basında hiç kimseyle polemiğe girişmemek prensibimdir. Onun için maksadım iddialarınıza cevap vermek değil.
1. Öncelikle nazik üslûbunuz ve “kendisinden beklenmeyen bir tavır” gibi ifadeleriniz için teşekkür ederim. (...)
2. Bahsettiğiniz Sabah gazetesindeki haberi görmedim. Ama aktardığınız ifade bana ait değil. Ben size Aydın Üniversitesindeki konferansımın ilgili yerlerindeki ifadelerimi arz edeyim:
“Şahsen tasavvuf ve tarikatların, tekkelerin bizim dinî ve kültürel tarihimize çok yönlü ve çok değerli katkılarının olduğunu az çok biliyorum. . Hâlâ da olabilir, olmalıdır…”
“Osmanlı yönetimi, dinî idarede Şeyhulislâmlığı en üst otorite olarak görmüş ve tasavvufî oluşumları Şeyhulislâmlık kurumunun ve bu makama bağlı müftülüklerin yönetiminde kayıt içine almıştır. Bizim de bu tarihî tecrübeden yararlanarak her türlü dinî yapılanmaları, günümüzde Şeyhulislâmlığın işlevini gören Diyanet İşleri Başkanlığı ve müftülüklerin yapısı içinde kayıt altına almamızdan daha doğru ve gerçekçi bir uygulama olamaz.”
“Cumhuriyet idaresi ne yaptı?
“Cumhuriyet idaresi, 1924’te Diyanet İşleri Reisliğini teşkil ederken cami ve mescidlerle beraber tekke ve zâviyelerin yönetimini de bu kuruma devretmişti. Çok da doğru bir iş yapmıştı. Fakat 1925 tarihinde 677 sayılı “Tekke ve Zâviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”la Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki tekkeler kapatıldı. Böylece Cumhuriyet idaresi, sorunu çözeyim derken daha büyük ve kalıcı sorunlara zemin hazırladı…”
“Aslında Cumhuriyet’ten önce de bizim kültürümüzde tarikatlar, tekkeler hep oldu. Ama Şeyhulislâmlığa alternatif olarak görülmedi...”
“Yasaların, kayıt dışılığa fırsat vermeyecek şekilde tam, âdil ve ayırımsız uygulanması gerekmektedir. 1930’lu, 40’lı yıllarda yapılanlar dinî, ilmî, sosyolojik bakımdan kesinlikle yanlıştı...”
Selam, sağlık ve afiyet dileklerimle.
***
Muhterem Çağrıcı Hocamıza, tavzihi için teşekkür ediyoruz. Mesajında ifade ettiği, ama buraya almadığımız—ve söz konusu yazımızda yer alan diğer hususlardaki mülâhazalarına dair—bahisleri, kendisinin de nazik davetiyle, ilk fırsatta karşılıklı olarak müzakere etmeye çalışacağız. İnşaallah müşterek bir zeminde buluşmayı ümit ediyoruz.
***
Malûm şahsın sataşmalarına “son söz” olarak verdiğimiz kısacık cevap için bile ev halkı dahil çok kişi “Muhatap almaya değmezken ne gerek vardı?” dedi. Bir cihetten haklılar. Ama tamamen sessiz kalmak da karşı cenahta farklı değerlendiriliyor. Bu bir ikilem. Bu noktadaki sıkıntımızı okuyucularımızla paylaşıyor ve nihaî kararı onlara bırakıyoruz.
Bir not da o şahsın yazdığı gazetenin, önceki görevlerinde Yeni Asya’ya gayet dostane ve medenî bir tavır içinde olmuş olan Genel Yayın Yönetmenine: O seviyesiz sataşmalara niye geçit verdiğini ve bunu önceki tavrıyla nasıl bağdaştırdığını doğrusu merak ediyoruz...