Türkiye’nin yüz küsur yıl öncesine kadar Osmanlı hakimiyetinde olan bölgenin şimdi de çok önemli bir ülkesi olarak bugünün şartlarında takip etmesi gereken politika nasıl olmalı?
Öncelikle her hal ve şartta barışçı, pozitif, müsbet, yapıcı, birleştirici, uzlaştırıcı bir tavır ve yaklaşım içerisinde olmalı.
Gerek devletler arası, gerekse ülkelerin kendi içinde yaşanan anlaşmazlıklarda taraf olmaktan kaçınmalı; dahası asla bu ihtilâfları körükleyici bir tavra girmemeli.
Tam tersine, ihtilâfların silahlı çatışmayla değil, diplomasi yoluyla ve müzakerelerle çözümü için gayret sarf etmeli.
Çatışan taraflardan birine angaje olup diğer tarafla köprüleri atmak ve ipleri koparmak gibi, “büyük devlet” olma iddiasıyla bağdaşması imkânsız vahim yanlışlara sürüklenmekten uzak durmalı.
Hele bu taraf, rejimi ne olursa olsun, o ülkeyi resmen idare eden devlet ise...
Keza son günlerde Suriye, Musul ve Kerkük örneklerinde görüldüğü gibi, “Eskiden buralar bizimdi; bu coğrafyayı asırlar boyunca biz yönettik; şimdi de olup bitenlere kayıtsız ve seyirci kalamayız; hem sahada, hem masada olacağız” gibi kuşku uyandırıcı söylemlerden kaçınılmalı.
Zaten sahada da, masada da olmanın yolu iç tribünlere yönelik hamasî nutuklardan değil, bir taraftan dünya ve bölge dengelerini gözeten, diğer taraftan hak ve adalet eksenli akılcı ve gerçekçi stratejilere dayanan sessiz diplomasiden geçiyor.
Bu, pasiflik ve güçsüzlük değil.
Yakın zamanlarda seslendirilen ve bir yere kadar başarıyla uygulanmış olan “sıfır sorun” politikasının ve “yumuşak güç” deyişinde ifadesini bulan mananın gereği ve tezahürü. En önemli şartları ise gelişmiş bir demokrasi, sağlam bir hukuk sistemi, özgüvene sahip etkili bir sivil toplum ve kamuoyu, güçlü bir ekonomi.
Bölgesinde ve dünyada ağırlığı olan, ciddiye alınan, sözü dinlenen, sahada da, masada da olması kendisinin ayrıca talep edip seslendirmesine gerek dahi olmaksızın ilgili taraflarca zaten istenen bir devlet olmak için bunlar kaçınılmaz.
Dış politikanın gücü, iç siyasette demokrasi ve hukukun gücüyle doğru orantılı.
Ayasofya’da 1934’ten sonra ilk kez 8 Ağustos 1980’de okunan ezan son 14 yıldır susmuş muydu ki, okunması bir ilk ve müjde gibi duyuruluyor?!
Cemaatler Devletleştirilemez - YENİ ASYA http://www.yeniasya.com.tr/video/cemaatler-devletlestirilemez_412516 … @yeniasya aracılığıyla