Kendisi Saraya çıktıktan sonra genel başkanlık ve başbakanlık mevkiine oturttuğu Davutoğlu’nu 20 ay sonra “azleden” Erdoğan, onun yerine Binali Yıldırım’ı tensip buyurdu.
İki yıl önceki kongrede de halef adayı olarak adı geçen Yıldırım o zaman için beklemeye alınıp yedekte tutuldu, Saraydaki gölge kabinenin başına getirildi.
Ve şimdi “sadrazamlık” sırası onda.
Davutoğlu görevde olduğu sürece Saraya hürmet ve sadakatte kusur etmemeye çalıştığı yönünde bir izlenim verdi.
Ama sonra açığa çıktı ki, bu görüntünün arkaplanında derin bir uyumsuzluk varmış.
Bundan kaynaklanan birikim, “pelikan bildirisi”nde ve Saray trollerinin şiddetli hücumlarında “Hocanın affedilmez günahları” olarak madde madde sıralandı.
Davutoğlu’nu yakından takibe alıp sicilini tutan Yıldırım da, şimdi Sarayla tam uyum güvenceleri vererek işbaşı yapıyor.
Misyonu partili cumhurbaşkanı ve başkanlık sistemi hedefine geçişi kazasız belasız sağlayacak bir emanetçi olmak.
Bu noktada Yıldırım’ın selefinden farkı, İBB günlerinden itibaren “Reis”in yakın ekibinde yer alan sadık bir isim olması.
Bir vasfı da projeci-kalkınmacı imajı.
İDO’nun mimarlığı, AKP’ye halk desteğinin oluşmasında önemli bir rolü olan uçakla seyahatin tabana yayılması, duble yollar, Marmaray, İstanbul’a 3. köprü ve 3. havaalanı, Körfez köprüsü gibi gösterişli projelerin onun ismiyle anılması.
Yıldırım ideolojik ve siyasî kimliğinden ziyade sadık bürokrat profiliyle öne çıkan bir isim olarak, Sarayın kendisine biçtiği misyon için adeta biçilmiş kaftan.
Normal şartlarda onun emanetçiliği, başkanlık hedefine bir an önce ulaşmak isteyen Erdoğan’ın işini kolaylaştırıp çabuklaştırmak için gündeme getirildi.
Ancak gerek Davutoğlu’nun harcanmasının parti içinde ve tabanda yol açtığı rahatsızlık, gerekse “bürokrat” kimliğinin, muhatabı olacağı çetin siyasî tartışmaları aşma noktasında yer yer dezavantaja dönüşme riski, işini zorlaştırabilir.
Bilhassa “Sarayın emanetçisi” imajı, karşı karşıya olduğu handikapların ilk sırasında.
Bu kayıtlarla, “Hayırlı olsun” diyoruz.
Kongre gösterdi ki, Divan Başkanı B. Bozdağ’ın da deyişi üzere AKP “Tayyip’in partisi.” Peki, Türkiye kaderini tek adama bağlamaya razı mı?
1930’ların tek parti-tek şef modelini 2016’nın çok partili sistemine taşımak olacak şey değil. Tarihin tekerlekleri geriye doğru dönmez...
Kemalistlerin sürekli tekrarladıkları “Atam izindeyiz” nakaratı ile AKP’lilerin “Yolumuz Erdoğan’ın yolu” söylemi arasında bir fark var mı?