Türkiye Bediüzzaman Said Nursî’nin yaşadığı, eserlerini yazdığı, iman hizmetini başlatıp kökleştirdiği ve Nur talebelerini yetiştirdiği ülke olması hasebiyle çok şanslı.
Onun fikirlerinin millete mal olması sayesindedir ki Türkiye, ihtilâlci tek parti zihniyetinin onca hoyratlığına rağmen, iç savaş ve çatışmalarla kanın gövdeyi götürdüğü bir ülke haline gelmedi; ama yumuşak ve barışçı bir geçiş sürecinde yanlışları tedricen düzeltme yoluna girdi. 28 Şubat’a rağmen bu yol yine açık.
Bediüzzaman’ın din adına iktidar kavgasına girmekten ve silahlı mücadeleden kaçınma noktasındaki ısrarının çok önemli gerekçeleri vardı. Bunlardan biri, hak namına yola çıkıldığı halde dehşetli haksızlık ve zulümlere sebebiyet verilebileceği gerçeği idi. Ve bunu Afyon mektuplarından birinde şöyle açıklıyordu :
“(Mealen) Ehl-i hak, hakkını kuvvet kullanarak müdafaa etse, ya o da şiddetli zulümler irtikâb edecek veya mağlûp olacak. Çünkü mücadele ettiği taraf, bir-iki kişinin hatasıyla yirmi-otuz kişiyi vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet uğruna sadece orayı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp durumunda kalır. Buna karşılık, misliyle mukabele etmeye kalksa, hak namına dehşetli bir haksızlık etmiş olur.” (Şualar, s. 464)
Halbuki Kur’an’a göre bir kişinin hatası veya zulmüyle başkası sorumlu olmaz. Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, canileri cezalandırma adına o gemi batırılamaz. Bir masumun hakkı, yüz cani için feda edilmez.
Bediüzzaman bu gerçeklerden hareketle hizmet stratejisini belirledi. Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde tevessül etmediği silahlı hareketleri tasvip de etmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında “Din elden gidiyor” diye ayaklanma planı yapanları teşebbüslerinden vazgeçmeye çağırdı.
Bu itibarla, Türkiye çarpık ve despot laiklik uygulamalarına rağmen din ekseninde kanlı çatışmalara sahne olmadıysa, bunu en başta Bediüzzaman’ın ortaya koyup millete mal ettiği bu müsbet ve yapıcı tavra borçlu.
Cezayir, Suriye, Irak, İran, Mısır, Afganistan gibi İslâm ülkeleri ise, bu temel ölçü ve prensiplerden haberdar olmayışlarının, daha başka bir ifadeyle Bediüzzaman’ı ve hizmet modelini tanımayışlarının sıkıntısını yaşıyorlar.
İslam âlemi bu çıkmazdan Usame bin Ladin anlayışıyla değil, ancak Bediüzzaman modeliyle çıkabilir (Bu yazı yaklaşık 13.5 yıl önce 22.9.01 tarihli Asya gazetesinde yayınlandı).