Türkiye’nin 2000’li yılların ikinci yarısında Suriye ve Irak’la başlattığı yakınlaşma siyaseti, İsrail Dışişleri Bakanlığı Siyasî Araştırmalar Bölümü eski Başkanı Aryen Levin’e, Menderes’in Irak’la yaptığı ve sonra Pakistan’la İran’ın da katıldığı ittifakı hatırlatmıştı.
The Jerusalem Post gazetesindeki makalesinde Menderes’e “hırslı ve dalavereci” diye hakaret etmekten geri durmayan Levin, sözünü ettiği Türkiye-Irak-Pakistan ittifakının, 1950’lerin başlarındaki Sovyet tehdidine karşı Ortadoğu’da bir savunma paktı oluşturmak isteyen ABD ve İngiltere’nin teşvik ve yönlendirmeleri sonucu kurulduğunu vurgulamıştı.
Aynı ittifaka Bediüzzaman, İslam âlemindeki üç önemli ülkenin bir araya gelmesini bütün Müslümanların ve insanlığın barış ve selâmeti için başlangıç olarak gören bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve bu fikrini, Bayar ve Menderes’e yazdığı mektupla iletiyordu.
Önce Bağdat Paktı adıyla Türkiye-Irak arasında akdedilen; ardından Pakistan, İran, İngiltere ve daha sonra ABD’nin katılımıyla CENTO olarak genişletilen bu ittifakın iç darbelerle sabote edilmesinde, büyük ihtimalle İsrail’in tepkisi de etkili olmuş olmalı.
Nitekim Müslüman ülkeler ne zaman birbirlerine yakınlaşmaya yönelse, birtakım fitne merkezleri hemen harekete geçerek, bu gelişmeyi sabote edip engellemeye çalışıyorlar. Hep böyle olmuş.
Burada hem yakınlaşma çabasındaki İslam ülkelerinin, hem de dünya politikasındaki etkinliklerini devam ettiren ABD ve İngiltere gibi ülkelerin, İsrail’i ve irtibatlı olduğu güç merkezlerini dizginleyip etkisiz kılarak, olumlu gelişmeleri yine sabote etmelerine fırsat vermemeleri lâzım.
Ama bakıyoruz, maalesef, bu fırsat yine verildi ve veriliyor. Suriye ve Irak’la başlatılan yakınlaşma, yerini Suriye’de iç savaşla, Irak’ta “sınırötesi operasyonlar”la tırmandırılan bir gerginliğe bırakırken; bu durum, bölgede zaten var olan ve yıllardır çözülemeyen kronik sorunlara yenilerini ekledi ve içinden çıkılması daha da zor bir kriz ve kaos tablosu şekillendi.
Bunun, gerilim ve çatışmadan beslenen odaklar dışında kimseye faydası yok. Onun için bu gidişata bir an önce “dur” denilmeli ve ibre tekrar barışa doğru çevrilmeli.
İslam ülkelerinin yakınlaşması bu bağlamda çok önemli. Kur’an hakikatlerine dayalı bir İslam birlik ve dayanışmasına Hıristiyan âleminin vereceği desteğe duyulan ihtiyaç da artarak devam ediyor.