Atatürk’ün kurduğu partinin şimdiki Genel Başkanı, “Laiklik halkın oyuyla mı getirildi? Millete sorulsaydı inkılâplar gerçekleşebilir miydi?” diye sorarken, AKP lideri siyasî rakibinin tezini çürüterek Atatürkçülüğü ibra ettirme çabasını sürdürmekte ısrarlı ve kararlı görünüyor.
Son örneği Meclisteki 23 Nisan konuşması:
“Atatürk, devrimleri millete emanet etmeden yaşatmanın mümkün olmadığına inanmış; yeni düzeni millete dayatmayı değil, benimsetmeyi amaçlamıştır... Atatürk ilke ve inkılâplarının koruyucusu, onları hayata geçiren TBMM’dir, bir bütün olarak Türk milletidir.” (aa, 23.4.08)
Peki, kim haklı; Baykal mı, Erdoğan mı? Devrimlerin hangisi halka benimsetilerek yapıldı?
Millî Mücadeleyi yöneten ve Kurtuluş Savaşını zaferle neticelendiren Birinci Meclisin zaferden sonra dağıtılıp M. Kemal’e muhalif olmakla suçlanan çoğunluğun tasfiye edilmesi ve bilâhare mutlak iktidarın cumhuriyet adı altında bir tek parti-tek şef diktasına teslim edilmesi mi?
Bir taraftan “Hâkimiyet bilâkaydü şart milletindir” denirken, diğer taraftan bu sözle bağdaşması imkânsız dayatmalara girişilmesi mi?
Takrir-i Sükûn Kanunu ve istiklâl mahkemeleriyle herkesin sindirilip, en ufak bir muhalefet hareketine hayat hakkı ve şansı verilmemesi mi?
Milleti bir gecede cahil durumuna düşüren, Kur’an başta olmak üzere eskimez harflerle yazılmış bütün eserleri “yakılacak yasaklı kitaplar” takibatının hedefi yapan, çocuğuna Kur’an öğretmeyi dahi yasaklayıcı baskı ve takiplerin temel dayanağı olarak uygulanan harf inkılâbı mı?
Medreselerin kapatılıp okullardaki din derslerinin tamamen kaldırılması ve çocukların dinlerinden habersiz yetiştirilmeye başlanması mı?
Şapka devrimine muhalefet suçlamasıyla, aralarında din âlimlerinin ve kadınların da bulunduğu birçok insanın darağacına çekilmesi mi?
Ezanın yüzlerce yıldır okunagelen aslî ve orijinal halinden uzaklaştırılıp Türkçeleştirilerek minarelerden okutulması ve beş asırdır cami olarak hizmet veren fetih sembolü Ayasofya’nın mabed olmaktan çıkarılıp müze yapılması mı?
Kanun zoruyla olmasa da, cumhuriyet baloları, danslı eğlenceler, karma eğitim, 19 Mayıs merasimleri ve güdümlü medyanın propagandalarıyla tesettürün kaldırılmaya çalışılması mı?
Örnekleri ilânihaye çoğaltmak mümkün. Ama bu kadarı dahi konuyu toparlamak için yeterli.
Erdoğan bütün bunların millet tarafından benimsendiğini gerçekten inanarak söylüyorsa, o zaman asıl takiyyeyi kendisine oy veren milyonlarca insana karşı yapıyor demektir. Yok, inanmadığı halde böyle konuşuyorsa, bu söyledikleri, kendilerini “en hakikî Atatürkçü” sayanlarca “yeni bir takiyye” örneği olarak yorumlanacak ve kapatma davasına da ona göre bakılacaktır.
Hatırlayanlar olacaktır; Erdoğan’ın siyasetteki hocası Erbakan’ın da iki lâfından biri “Atatürk yaşasaydı partimize girerdi” sözüydü. Ve Millî Görüş lideri tek parti dönemine yönelik eleştirilerini, İnönü’nün başta olduğu 38 sonrası ile 40’lı yıllara hasrederken, 20’lerin sonları ile 38’e kadarki döneme dokunmamaya özen gösterirdi.
Şimdi Erdoğan bu tavrı daha ileri noktalara götürüyor ve Atatürk’ün bütün inkılâplarını milletin onayıyla gerçekleştirdiğini iddia ediyor.
Oysa bu, tarihî gerçeklerle de, bir ara telâffuz eder gibi olduğu, ama hayli zamandır ağzından duymadığımız “DP misyonunun takipçisi artık biziz” söylemiyle de tamamen çelişen bir iddia.
Çünkü Menderes inkılâpları “halka mal olanlar” ve “olmayanlar” olarak ayırmış ve toplum tarafından benimsenmeyenlerin tekrar gözden geçirilmesini istemişti. Üzerine bu kadar büyük hışım çekmesinin ve maruz bırakıldığı zulmün en önemli sebeplerinden biri bu yaklaşımıydı.
Şimdi AKP lideri, CHP’yi dahi sollayarak tam tersini yapmaya kalkışıp, inkılâpların tümünün daha baştan millete mal olduğunu öne sürüyor.
Bize de “Yazık” deyip ibretle izlemek kalıyor.
İletişimci gençlerle Yeni Asya üzerine bir sohbet - YENİ ASYA http://www.yeniasya.com.tr/video/iletisimci-genclerle-yeni-asya-uzerine-bir-sohbet_435959