OHAL çerçevesinde devam eden tasfiye operasyonlarının hukuk çerçevesinde yapıldığı ısrarla ve tekrar tekrar ifade ediliyor, ama uygulamalar bu söylemi pek doğrulamıyor.
Herşeyden önce, gerek açığa alma ve ihraç işlemlerinde, gerekse gözaltı ve tutuklama kararlarında esas alınan kriterlerin hukukî geçerliliği tartışmalı ve itirazlara konu.
Meselâ iktidarın milat olarak 17-25 Aralık’ı göstermesine karşılık, “Hayır, asıl milat Ergenekon-Balyoz operasyonları veya MGK’nın Ağustos-2004 kararları olmalı” diyenler var.
Kriterlerin, hedefteki “cemaat”le irtibatlı kurumlarla ilişki üzerine bina edilmesi de hukukî olmaktan ziyade siyasî ve sübjektif.
Üç ay öncesine kadar yasal bir statüye sahip olan okullar, üniversiteler, banka, sendika, yardım kuruluşu... ile bir şekilde yolu kesişen herkesin suçlu sayılması olacak şey mi?
Kaldı ki, tasfiye edilenler içinde bunlarla dahi ilişkisi olmadığı halde sırf şahsî husumete dayalı asılsız ihbarlara hedef olmuş insanların ciddî bir yekûn tuttuğu belirtiliyor.
Süreçteki en önemli problem, âdil yargılamanın en temel prensiplerinin ihlal edilmesi.
Bunların başında masumiyet karinesi olarak bilinen, “Kişi, suçluluğu mahkeme kararıyla hükme bağlanıncaya kadar suçsuz sayılır” ilkesi geliyor. Ama yaşanan süreçte insanlar suçsuzluklarını ispata zorlanmak gibi bir garabetle karşı karşıya bırakılıyor. Oysa ortaya atılan suç iddiasını ispat etme yükü suçlanana değil, suçlayana ait.
İhlal edilen bir diğer prensip suç ve cezanın şahsîliği. Suçlu olup olmadığı dahi belli olmadan tasfiye işlemlerine hedef yapılanların aileleri ve yakınları da mağdur ediliyor.
Âdil yargılamanın çok önemli şartlarından biri savcılara taallûk ediyor: Soruşturmayı, sanıkların sadece aleyhinde olan değil, lehindeki delilleri de dikkate alarak yürütmek.
Bir başka olmazsa olmaz şart savunma hakkı. İnsanlar çok ağır ithamlarla suçlanıyor; ama kendilerini savunmalarına imkân verilmiyor; sanıklar avukat dahi bulamıyor; riski göze alarak savunmayı üstlenen avukatlar derdest edilip hesaba çekiliyor; dahası hâkimler bile inanmadıkları tutuklama kararlarına imza atmak zorunda bırakılıyor.
Ve başka bazı davalarda sopa gibi kullanılan “âdil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ithamı, bu süreçte telaffuz dahi edilmiyor.
Yargısız infaza dönüşen “gerekçesi tartışmalı ve uzun tutukluluk”lar dün de bir hukuk ayıbıydı, bugün de farklı mağdurlarla devam ediyor.
Bugün uzun tutukluluktan bîzar olanlar içinde dün kendileri yetkiliyken başkalarına aynı şeyi yapanlar da varsa: Sistem şimdi onları vuruyor.
Başka dinlerin mensuplarıyla dostluk - YENİ ASYA http://www.yeniasya.com.tr/ video/baska-dinlerin-mensuplariyla-dostluk_413564 … @yeniasya aracılığıyla