Yakın dönemde oy yüzdelerini yanlış mesajlar vermek için kullanan siyasetçilerin başında Erdoğan geliyor.
Gezi olayları sırasında sarf ettiği “Yüzde 50’yi evinde zor tutuyorum” sözü, bunun kolektif hafızada çok derin ve olumsuz izler bırakan en kötü ve talihsiz örneklerinden biri.
Hele o dönemde mutedil ve yatıştırıcı bir tavır takınması son derece önemli olan sorumlu mevkideki bir insanın böylesine provokatif bir dil kullanmasının hiçbir izahı yok.
Erdoğan, 7 Haziran seçiminden sonra da, 10 Ağustos’ta aldığı oyları hatırlatarak, “Yüzde 52’nin iradesine saygı gösterilmeli” dedi.
Oysa yine gayri âdil ve haksız rekabet ortamında yapılmış bir seçim olmasına rağmen, çıkan sonuca hiç kimsenin bir itirazı olmadı.
Yüzde 52’nin irade ve tercihine saygısızlık ifade eden bir tavır ve söylem de gözlenmedi.
Ama bizzat Erdoğan seçildikten sonraki uygulamaları ile, kendi konum ve duruşunu tartışılır hale getirdi. Milletin tümünün birliğini temsil eden bir makamda bulunmasına rağmen, açık ve fâhiş bir şekilde “taraf” oldu.
Seçim sürecinde, masrafı örtülü ödenekten karşılanan mitinglerle meydanlara indi.
Adını vermeden AKP’ye oy isterken, muhalefet partileriyle de keskin polemiklere girdi.
Ve seçimde AKP’nin oyu yüzde 41’in altına düştü. Bu sonucu, AKP’deki gerileme ve kaybın bir tezahürü olarak görmenin yanı sıra, seçim sürecinde canhıraş bir çaba gösteren Erdoğan’ın arkasındaki yüzde 52’nin geldiği nokta olarak da yorumlamak yanlış olur mu?
Buna rağmen Erdoğan için bir meşruiyet tartışması açılmış değil. Ama deniyor ki: Artık siyaset arenasında taraf olmaktan çıksın.
Ne var ki, fanatik taraftarlar böyle diyenlere karşı hemen hücuma geçiyorlar: “Üst akılın yönlendirdiği komplocular yine iş başında. Hedefleri Erdoğansızlaştırılmış Türkiye.”
Ne alâkası var? Erdoğan yerinde duruyor. Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı olarak, gerektiğinde kullanacağı yetkileri de ortada.
Ama problem, şimdiye kadar o yetkilerin, hiç gerekmediği hallerde ve cumhurbaşkanlığı makamını da tartışılır hale getiren ötekileştirici, kamplaştırıcı tavırlarla kullanılması.
Oysa 7 Haziran’da sandıktan çıkan siyaset ve Meclis tablosu, diplomatik hamlelerle kriz ve gerginlikleri giderip yatıştıracak, birleştirici, kucaklayıcı bir cumhurbaşkanına duyulan ihtiyacı çok daha fazla arttırmış durumda.
Saray ve ekibi bunun farkında mı?