Osmanlı Devletinin gerileme dönemidir. Yeniçeri ocağında yemek dağıtmaya başlayan işbilmez bir meydancı, kepçeyi eline alır ve önce yağlı ve sulu yemekleri tabaklara böler, ardından aynı kepçeyle hoşafı servis eder.
Hal böyle olunca hoşaf kâselerinin üzerinde kalın bir yağ katmanı meydana gelir. Aylarca veya yıllarca devam eden bu durumdan nihayet rahatsız olan bir yeniçeri ağası meydancıyı uyarır:
“Bre meydancı, temiz kepçeyle önce hoşafı doldur, sonra yağlı yemeği servis et. Hem yemekler soğumasın, hem de tatları birbirine karışmasın.”
Meydancı bu yeni emri tatbike başlar. Ertesi gün önlerine gelen hoşafın üzerinde yağı göremeyen yeniçeriler ise yine isyan ederler: “Bu kadar da olmaz. Hoşafımızın yağını dahi kestiler…”
Bugünkü köşe yazımız “yağlı hoşaf isterük” diye kazan kaldıranlar hakkında.
Kamuda Tasarruf Tedbirleri Genelgesi geçtimiz günlerde Resmi Gazete’de yayımlandı. Genelgeyle birlikte yeni yıl itibariyle kamuda personel servisleri kaldırılıyor.
Memur-Sen, Toplu Sözleşmeyle verilen hakkın genelgeyle geri alınamayacağını ileri sürerek bu hükmün iptali için Danıştayda dava açtı.
Ancak memurların bu davadan pek bir ümidi yok. Çünkü, ilgili Toplu Sözleşme hükmü, “servis hizmetinin sağlanamadığı durumlarda, Devlet, memuruna gidiş-geliş bileti vermek zorundadır” diyor.
Toplu Sözleşmeyi lafzî yorumladığımızda, Devlet; “evet servisleri kaldırdım, ancak yerine personelime gidiş-geliş toplu taşıma bileti veriyorum” derse toplu sözleşmeyi ihlal etmiş olmuyor.
Servis yerine toplu taşımaya tâlim edecek memurlar ise bu günlerde “hoşafımızın yağı kesildi” diye homurdanıyorlar. Hükümetin hoşafın üstündeki yağı yemeğin içinde vermesinden memnun değiller.
Çünkü, ceplerinden yol masrafı çıkmayacak belki ama, konforlarından ve uykularından olacakları kesin.
Pekala, geçmişte baklavaları elinden alınırken gıkı çıkmayan ve “devletimiz varolsun” diyen bu memurlar, şimdi niçin hoşafın üstündeki yağın dahi hesabını yapar hale geldiler?
Cevabı gayet basit. Hoşaf değil devlet bozulmaya başladı çünkü.
Bir tarafta memurun hoşafının üzerindeki yağın hesabı yapılırken, öbür tarafta Sultanlar, Vezirler, Ağalar, Paşalar; “tas tas has üzüm hoşafını” mideye indiriyorlar.
Koca ülkede birileri de çıkıp şöyle söylemeyi başaramıyor:
“Paşa tasıyla, taşa taşa, beş tas has üzüm hoşafı,
Paşanın tasası, taşanın masası,
Pas tutmaz şaşılır makası…”
Yanlış anlaşılmasın. Bu bir “diksiyon” problemi değil “porsiyon” problemi…