"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hz. Âdem’i kandırmak için şeytan Cennete nasıl girdi?

Halil AKGÜNLER
30 Ağustos 2012, Perşembe
İblis adı ile anılan şeytan, Hz. Âdem’e (as) secde emrine muhalefet edip Allah’a isyan ettikten sonra cennetten kovuldu. Bu kovulma ebedî olarak gerçekleştiği için elbette şeytanın geri cennete girmesi mümkün değildi. Peki bu durumda nasıl Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı kandırmış olabilirdi? Cennete girmesi mümkün olmadığına göre nasıl bir yol ile cennetin içinde huzurlu bir hayat süren Hz. Âdem ve eşini aldatıp ayaklarını kaydıracaktı?
İşte bu suâl İslâm uleması ve hatta diğer dinlerde de ciddî bir müzakere konusu olmuş. Âyet ve hadislere isnat edilerek çeşitli izah ve yorumlar yapılmış. Hatta işin içine bir miktar da yalan yanlış bilgiler karışmış. Ancak ulema iki mühim görüşte karar kılmışlar:
Bu hususta Elmalılı Tefsirinde geniş izahlar vardır. Bir bölümünü sunuyoruz:
A’raf Sûresi 10-25. âyet Elmalılı tefsirinden bir bölüm:
“Bu iskân ve tebliğ üzerine şeytan, kendilerinden örtülüp gizlenen yerlerini meydana çıkarmak: cinsel organlarının bulunduğu yerleri açmak için ikisine de bir vesvese (kuruntu, şüphe) verdi.
...
Vesvese lügatte hışırtı, fışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde birbiri arkasından gelip tekrar eden gizli söze vesvese ve bir nefse böyle söz bırakmaya da vesvese vermek denilir.
Şeytan, Hz. Âdem’e ve Hz. Havva’ya böyle bir vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbiniz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil ancak iki melek olacağınızdan veya ebedî kalacağınızdan dolayı men etti. Yani bundan yerseniz, ya yemek içmek ihtiyacından melekler gibi müstağnî olursunuz (ihtiyaç duymazsınız), yahut ölüm yüzü görmez, ebedî kalırsınız’ diye bir taraftan onları Hz. Âdem’e secde ile emredilmiş olan meleklere imrendirmek, bir taraftan da maddî sebebin, İlâhî takdiri değiştirebileceği şüphesiyle ne olursa olsun bir sonsuzluk ve devamlılık sevdasına düşürmek istedi. Burada meşhur bir suâl vardır: Şeytan cennetten kovulup çıkarılmış olduğu halde cennetteki Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya nasıl vesvese verebilmiştir? Buna karşı, bir yılan aracılığıyla girdi diye bir kıssa nakli şöhret bulmuş ise de, bunu büyük tefsirciler uygun görmemişler ve başlıca üç şekilde cevap vermişlerdir:
1- Hasan Basrî Hazretleri demiştir ki: Yüce Allah’ın vermiş olduğu bir kuvvet ile, yerden göğe veya cennete vesvese ulaştırabilmiştir. Bu mânâya göre “hayye” (yılan) tabirinin, insan için yılan gibi zehirli bir hayatî kuvvetten kinâye olması söylenebilir.
2- Ebû Müslim İsfehânî: Bu cennetin, yeryüzü cennetlerinden biri olduğu görüşünde olduğu için, Hz. Âdem ve İblis ikisi de cennette idi demiş. Ancak bunun suâle uygun olmadığı açıktır.
3- Diğer bir takım tefsirciler de demişlerdir ki: ‘Hz. Âdem ve Hz. Havva, bazan cennetin kapısına yakın gelirler, İblis de dışarıdan gözetir, yaklaşırdı; vesvese bu şekilde meydana geldi.’ Âyetlerin delâletine bakarak, İblis’in kovulması ve çıkarılmasının, dört yönden vesvese vermesi imkânını yok eder bir şekilde olmadığı anlaşılıyor. Bunun için vesveseye imkân bulup o maksatla öyle yaptı.”
Burada geçen “yılan aracılığı ile girdi” bilgisi ise Tefsir-i Kebir’den nakille şöyle izah ediliyor:
“Şeytanın Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı kandırmak için cennete girip girmediği hususunda görüş ayrılıkları vardır.
Fahreddin-i Râzî, tefsirinde; tefsircilerin farklı görüşlerini şöyle sıralar:
Birinci görüş kıssacıların görüşüdür:
“Vehb b. Münebbih el-Yemani ve Süddi’den, onların da İbn Abbas (ra) ve onun dışında başkalarından kıssacıların rivayet ettiği şu haberdir. İblis cennete girmek istediği zaman cennetin bekçileri ona mani oldular. Derken yılana geldi. O, dört ayağı olan bir hayvan idi, bir Horasan devesine benzerdi. O adeta hayvanların en güzeli idi. Şeytan bütün diğer hayvanlara başvurdu, fakat kimse onu kabul etmedi, ama yılan onu kabul etti ve yuttu. Cennet bekçilerine göstermeden onu cennete soktu. Yılan cennete girince, iblis onun ağzından çıkıp vesveseye başladı. İşte böylece yılan lânetlendi, ayakları yok oldu ve karnının üstünde sürünmeye başladı. Onun rızkı toprakta kılındı ve bundan dolayı da insanoğluna düşman oldu.”
Diğer görüş ise:
İblis, cennetten çıkartıldıktan sonra Hz. Âdem’in (as) yanına cennete girebilmiş değildir. O şeytanlığı ile bu konuda kendisine verilen imkân ile yüce Allah’ın kendisine verdiği vesvese gücü ile bunu yapmıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz de (asm) şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz şeytan kanın akması gibi insanın içinde akar.” (Kurtubi Tefsiri, Camiu li-Ahkamil Kuran)
Usûlcü bazı âlimler:
“Hz. Âdem ve Hz. Havva belki de cennetin kapısına kadar gelmişler, iblis de kapıya dıştan yaklaşmış ve onlara vesvesesini vermiştir.” demiştir.
...
İlk görüşe (yani şeytanın yılanın ağzında cennete girmesi meselesi) tefsir kitaplarında yer verilse de âlimlerin üzerinde çok durdukları bir mesele değildir. Fahreddini Razi ve Hasan Basri gibi zatlar ise şeytanın cennetin kapısının dışından vesvese vererek Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı kandırdığı görüşünü benimsemişlerdir.” (http://www.sorusorcevapbul.com/soru-cevap/muhtelif/seytan-hz-adem-ve-hz-havvayi-kandirmak-icin-cennete-girdi-mi)
Bu noktada şeytanın cennete nasıl girdiği hususunda iki temel görüş ortaya çıkıyor:
Birincisi: Şeytan yılanı kandırdı, onun içine girdi, bu yolla cennete girip Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yılanın ağzından vesvese verdi ve onları kandırdı.
İkincisi: Şeytan cennetin dışından, bilmediğimiz bir yol ile Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya vesvese vererek onları aldattı. Bu ikinci görüşü tercih edenlerin istinat noktaları ise yine A’raf Sûresi 44-50. âyetlerinde geçen bilgilerdir. Zira Kur’ân, cennet ve cehennem halkının birbirleri ile konuşmasını mezkûr âyetlerde bize bildiriyor. Demek ki, cennet ve dışındakiler ile bir türlü iletişim var. Tam mahiyeti bizlere meçhul olsa da her iki tabaka arasında konuşmalar mümkün. Bu noktada şeytan da cennet dışından Hz. Âdem ile konuşmuş, ona vesvese vermiş olabilir.
Bu noktaya kadar naklettiğimiz her görüş sahih kaynaklara dayanmaktadır. Ve bu sebeple her görüş de doğru olabilir.
RİSÂLE-İ NUR IŞIĞINDA...
Şimdi bu meseleyi Risale-i Nur bilgileri ışığında ve günümüz fen bilimlerindeki son verilere göre tekrar bir izaha tâbi tutacak olursak her iki görüşün de ne kadar doğru ve birbirini tamamlayıcı bir unsur olduğunu açıkça görebiliriz.
Meselenin izah ve yorumuna geçmeden önce Nurlardan, 14. Lem’a’dan İkinci Esas’ı takdim ediyoruz:
“İKİNCİ ESAS: Teşbih ve temsiller, havastan avâma geçtikçe, yani, ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telâkki edilir. Meselâ, küçüklüğümde kamer tutuldu. Ben valideme dedim:
“Neden ay böyle oldu?”
Dedi: “Yılan yutmuş.”
Dedim: “Daha görünüyor.”
Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler.”
Bu çocukluk hatırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve derdim ki: “Bu kadar hakikatsiz bir hurafe, validem gibi ciddî zatların lisanında nasıl geziyor?” diye düşünürdüm. Tâ, felekiyat fennini mütalâa ettiğim vakit gördüm ki, validem gibi öyle diyenler bir teşbihi hakikat telâkki etmişler. Çünkü, derecât-ı şemsiyenin medârı olan “mıntıkatü’l-burûc” tabir ettikleri daire-i azîme, menâzil-i kameriyenin medârı bulunan mâil-i kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş. O iki kavise felekiyun uleması, lâtif bir teşbihle, büyük iki yılan namı olan “tinnîneyn” namını vermişler. İşte, o iki dairenin tekatu’ noktasına, “baş” mânâsına “re’s,” diğerine “kuyruk” mânâsına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve şems zenebe geldiği vakit, felekiyun ıstılahınca “haylûlet-i arz” vuku bulur. Yani, küre-i arz, tam ikisinin ortasına düşer. O vakit kamer hasf olur. Sabık teşbihle, “Kamer tinnînin ağzına girdi” denilir. İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avâmın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, kameri yutacak koca bir yılan şeklini almış.
İşte, Sevr ve Hût namıyla iki büyük melek, bir teşbih-i lâtif-i kudsî ile ve mânidar bir işaretle, Sevr ve Hût namıyla tesmiye edilmişler. Kudsî, ulvî lisan-ı Nübüvvetten umumun lisanına girdikçe, o teşbih hakikate inkılâp etmiş, adeta gayet büyük bir öküz ve dehşetli bir balık suretini almışlar.” (http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=94)
Bu tâbire göre yılan bir temsil ve teşbihi ifade ediyor. Bir önceki ifadede yılanın “Horasan devesine” benzetilmesinde, bu hayvanın sembolik bir dili, misâlî bir hâli ifade ettiği daha net gözükür. Şeytanın yılanın içine girmesi ve yılanın ağzını açarak vesvese vermesi mühim bir ilmî hakikate işaret ediyor. Hatta A’raf Sûresi 20. âyette geçen “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.” ifadesindeki “şu ağaç” tabiri şeytanın o ağaç yanında ve yakınında olduğunu göstermesi bu “ilmî gerçeği” daha da kuvvetli bir ihtimal olarak zihinlere ilham ediyor.
Şimdi gelelim o “ilmî gerçeğe”:
Cennetteki ağaç yaratılış ağacı ise ve bu ağacın Big Bang sürecinden sonra mühim bir dalı cennete uzanmış ise, bu yaratılış ağacının içinde şeytan da, şeytanın hayatı da vardır. İşte şeytan bu ağacın içinde tünelleme yolu ile cennetin sınırına varmış. Kendi tüneli içinden, tünelin ağzına gelerek bir sûret ve şekillenme yolu ile o ağacın bir kesim ve noktasından Hz. Âdem ve Hz. Havva ile iletişim kurmuştur. Ve bu sayede onlara vesvese vererek onları aldatmıştır. Her mahlûkun ve her insanın kendine ait bir tünel süreci olduğunu bugün modern fen bilimleri bize ifade ediyor. Hatta Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde bu tüneller izah edilmiştir. İşte şeytanın da yaratılış ağacı içinde kendine ait bir tüneli vardır. Belki de her insana uzanan binlerce tüneli vardır. Bu yolla günümüzde her insana vesvese üflemektedir. Vesvese üflemek bir boru aracılığı ile olur. Boru tâbiri ise modern bilimde tünel sürecidir.
Şimdi rivayetlerdeki “yılan” tabirine geri dönersek: Yılan tam da bir tüneli gösteren teşbihli bir ifadedir. Şekli bir tüneli andırmaktadır. Yılanın ağzının açılması ise tünelin ağzının açılması ile tam bir benzerlik göstermektedir. Şeytanın yaratılış ağacının içinden kendi tüneline girmesi ve bu tünelin açılması ve bu yolla tünel ağzına kadar gelerek Hz. Âdem (as) ve Hz. Havva ile konuşma fırsatı yakalaması ve onlara vesvese vermesi de bu yolla olmuştur. İşte bu izah ile tefsirlerdeki iki farklı görüş, makul ve mantıklı bir şekilde birleşmiş olur. Demek ki, şeytanı yılanın içine girdirenler mühim bir ilmî gerçeği görmüşler, ancak misâl ve teşbih yolu ile anlatabilmişler. Risale-i Nur’da ise bu teşbihli ifadelerin nasıl yorumlanacağı ifade edildiği için bizler de günümüz fen bilimlerine göre meseleyi izah edebilmekteyiz.
Bu tünel süreci hakikaten çok mühim bir meseledir. Bu konuda araştırmalarımız sürmekle birlikte şunu ifade edebiliriz ki: Hz. Âdem’in yasak meyveyi yemesi neticesinde dünya ile cennet arasında bir tünel girdabı açılmıştır. Hz. Âdem (as) ve eşi bu tünel süreci içinden dünyaya intikal etmiştir. Belki de bu tünelden ayağı kayarak inmiştir. Bu tünel ise dünya ve cennet arasında açık tutulmaktadır ki iyi ameller cennete yükselsin ve orada ebedî bir şekilde hayat bulsun. Bu konular elbette ki, üzerinde durulması ve kafa yorulması gereken konulardır.
Bu hususta bir fikir ziyafeti olarak Araf Sûresi 10-25 âyet meâlleri zihinleri tam olarak doyuracaktır:
10- Doğrusu Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz!
11- Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.
12- (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis): “Ben,” dedi, “Ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.”
13- (Allah) buyurdu: “Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın.”
14- (İblis) dedi: “(Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”
15- (Allah) buyurdu: “Haydi sen süre verilmişlerdensin.”
16- “Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”
17- “Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın.”
18- (Allah) buyurdu: “Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım.”
19- (Sonra Allah, Âdem’e hitab etti): “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
20- Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.” dedi.
21- Ve onlara: “Elbette ben size öğüt verenlerdenim.” diye de yemin etti.
22- Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?”
23- Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!”
24- (Allah) buyurdu: “Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir.”
25- “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!” dedi.
Okunma Sayısı: 73528
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı