“MODERN TÜRKİYE′NİN ORTAYA ÇIKMASINDA TEMEL PARAMETRELERDEN BİRİ DE ABDÜLHAMİD′DİR” DİYEN DOÇ. DR. NECMETTİN ALKAN, “OSMANLIYI GEÇMİŞİYLE BARIŞIK BİR ŞEKİLDE MODERNLEŞTİREN II. ABDÜLHAMİD′DİR. CUMHURİYET BU MİRAS ÜZERİNE KURULMUŞTUR” DEDİ.
“Selanik İstanbul’a Karşı” ve “Selanik’in Yükselişi” kitaplarının yazarı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necmettin Alkan’la Osmanlı’nın son yüzyılındaki Jön Türkler, Abdülhamid çekişmesini konuştuk. Alkan Abdülhamid’in devletin yediği darbeler yüzünden merkeziyetçi hareket ettiğini, bu yüzdende toplumun bir çok kesiminin kendisine muhalif olduğunu söylüyor. Tabiî bugünden bakarak Abdülhamid’in büyük işler başardığını da ekliyor. Alkan’ın önümüzdeki günlerde çıkacak kitabının ismi ise “Selanik Düştü” olacak.
Kitaplarınızı Selanik’in İstanbul’a karşı takındığı tavırlar üzerine kurguluyorsunuz. Bu karşıtlığın sebebi nedir?
Çalışmamızın hareket noktası, Jön Türk-II. Abdülhamid mücadelesidir. Jön Türkler, Selanik’te sivil ve askerî kanat ciddî bir şekilde örgütlenerek Abdülhamid’e karşı yoğun bir mücadeleye girişiyorlar. Bunlara göre Selanik “Kâbe-i Hürriyet” ve “Mehdi-i Hürriyet” olarak hürriyetin merkezi idi. İstanbul ise, yozlaşmanın ve her türlü ayak oyununun merkezi, bazılarının ifadesine göre ise “köhnemiş Bizans” idi. Hareket Ordusu Komutanı Mahmud Şevket Paşa, İstanbul üzerine yürürken subaylara yaptığı sözde konuşmada, sözde diyorum, çünkü böyle bir konuşmanın yapılmadığını iddia ediyorum, İstanbul’u “Köhne Bizans” olarak adlandırmaktadır. Dolayısıyla Sultan Hamid’in tahttan indirilmesine kadar devam eden bu mücadele aynı zamanda, sembolik olarak “Kâbe-i Hürriyet Selanik” ile “Köhne Bizans İstanbul”un mücadelesi olarak da görülebilir. Bundan dolayı bu ismi tercih ettik.
Jön Türklerin arkasındaki dünya görüşü ya da zemin neydi?
Jön Türkler Osmanlı modernleşmesinin ortaya çıkardığı modern mekteplerden mezun olan bürokrat, gazeteci, subay ve aydınlardan oluşuyordu. Asker ve sivillerden oluşan bu ekip, Batılı felsefî ve siyasî akımları takip ediyorlar. Genç Osmanlı hareketini dışarıda bırakırsak, II. Abdülhamid döneminde Jön Türkler Fransız Devrimi’nin yüzüncü yılı olan 1889, dört beş genç Abdullah Cevdet, İbrahim Temo gibi isimler bu hareketi başlatıyor. 1895 yılına kadar örgütleniyorlar. Mekteb-i Tıbbiye ve Mülkiye dediğimiz yüksek okullarda belli sayıya ulaşıyorlar. II. Abdülhamid’in meşrûtiyeti ortadan kaldırıp tekrar mutlâkî yönetime dönmesini eleştiriyorlar. Yıldız Sarayı’nı Padişah’ın ayak oyunlarına sahne olan bir mekân olarak tanımlarken, Padişah’ın etrafındaki insanları menfaatler dağıtarak avucunun içine aldığını düşünüyorlar. Padişah Meşrûtiyeti ilân edip Saray’da çöreklenen kötü insanları dağıtırsa Ermenilerin ve Balkanlardaki isyanların dineceğine inanıyorlar. Böylelikle Osmanlıyı kurtaracaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla temel görüşleri meşrûtî yönetime tekrar dönülmesiydi. Bunun daha ötesi yoktu. Yani devletin ve toplumun kronikleşmiş iktisadî, siyasî ve sosyal sorunlarını nasıl çözeceklerine dair herhangi bir programları yoktu.
Abdülhamid döneminde Meclis kapatılıyor mu?
Abdülhamid, Rus Savaşı’nı bahane ederek Meclisi kapatmadan tatil ediyor, zeki bir insan olduğu için, tatil ediyor. Fakat bu tatil öyle kısa sürmüyor, takriben 30 yıl devam ediyor. Bu süre zarfında 1908 yılına kadar Meclisin açılışı devlet salnamelerinde zikredilmek suretiyle resmî olarak varlığını devam ettiriyor. Yani Meclis hukuken var, fakat fiilen yoktu. İlginç bir tezat, fakat gerçekte durum buydu.
Jön Türkler nasıl gelişip güçleniyor?
Jön Türkler, 1906’ya kadar fiilî gücü olmayan, mevcut yönetimi eleştiren entelektüel bir hareket olarak kalmışlardır. Abdülhamid bu muhaliflerini merkezden uzak vilayetlere sürüyor, kimisi de görevi bırakıp Paris, Madrid, Berlin gibi Avrupa şehirlerine kaçıyor. Ahmet Rıza ve ekibi Paris’te olduğu için asıl kümelenme burada meydana geliyor. 1906 yılına gelindiğinde ise, Selanik’te Jön Türk yayınlarını okuyan sekiz dokuz kişi ‘Abdülhamid’in yönetimine son vermek için yeni bir cemiyet kuralım’ diyorlar ve “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni kuruyorlar. Paris’tekilerin yapamadıklarını yapıp Makedonya’daki üçüncü orduya mensup subayları bu gizli hareketin içine katıyorlar. İstiklâl Harbi’nin başkahramanları olacak olan Kâzım Karabekir, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal Atatürk gibi genç subaylar bunlar arasında yer alıyor. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin şubelerini Manastır, Ohri, Üsküp gibi yerlere yayıyorlar. Paris’teki Doktor Nazım, tebdil-i kıyafetle hoca kılığında bu cemiyetle ikili görüşmeler için Selanik’e geliyor. Yapılan görüşmeler sonunda birleşme kararı verilerek “Osmanlı İttihat Terakki” kuruluyor. Böylece Paris’teki entelektüel ayak ile Selanik’teki bürokrat ve askerî kanat birleşince Sultan Abdülhamid için sonun başlangıcı oluyor.
Bu kadar güçlü bir istihbarata sahip olan Abdülhamid bu örgütlenmeden haberdar değil mi?
Mutlaka haberdar. II. Abdülhamid bu yapılanmaya karşı bir şeyler yapıyor, fakat bu bildiğimiz öldürme veya ortadan kaldırma şeklinde olmamıştır. Yaptığı tek şey, bunları bir görevle ve maaşla taşraya sürmek. Yani İstanbul’dan taşraya dağıtıyor. Daha radikal bir hamle yapsaydı, Jön Türkler başarılı olabilir miydi? Burasını pek bilemeyiz. Fakat şu bir gerçek ki, Sultan Hamid, Jön Türk yapılanmasına bu şekilde dolaylı yoldan yardımda bulunmuştur.
II. Meşrûtiyet’e nasıl bir mücadeleden sonra varılıyor?
1902 yılında Abdülhamid karşıtı bütün teşkilâtlar Paris’te birleşerek II. Jön Türk toplantısını gerçekleştiriyor. Bu toplantıda Abdülhamid’i silâhla devirme fikri ortaya çıktığında Ahmet Rıza ve ekibi “hayır” diyerek, dış yardım almayı reddederek “Abdülhamid’i kendi imkânlarımızla devirmeliyiz” fikrini savunuyor. Fakat 1907’deki II. Jön Türk kongresinde tam bir terör ve ihtilâl beyannamesi ortaya çıkıyor; Meşrûtiyet’in yeniden kurulması, Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için silâh kullanılabileceği, vergi vermeyerek devleti bloke etme fikri hatta umumî bir isyan çıkarma gibi komite eylemleri araç olarak kabul ediliyor. Bundan sonra iş artık çok ciddiydi. Jön Türkler artık harekete geçeceklerdi. Sultan Hamid gelinen noktanın ciddiyetini her halde pek göremedi. Eğer Abdülhamid durumun vahametini görüp daha erken Meşrûtiyeti iade etseydi muhaliflerin gazını alırdı. Buna göre de bundan sonraki süreç yaşanmazdı, belki. Fakat maalesef böyle olmadı. Jön Türk gençlik hareketi Abdülhamid’in açtığı modern okullarda yetişen gençler. Bu açıdan bakıldığında kendi sonunu kendi hazırlamıştır.
Jön Türk hareketi neden merkez olarak Selanik’i seçti?
1895 yılında ilk defa Jön Türk ismiyle bildiriler dağıtılıyor. Bunun üzerine Abdülhamid deşifre olan devlet memurlarının bir kısmını Selanik’e sürgün ediyor ve bunlar kamu görevlerini orada icra ediyorlar. Meselâ Talat Bey Edirne’den Selanik’e sürülüyor ve Selanik’te sınırda posta dağıtıcısı olarak istihdam ediliyor. İlk önce böyle bir görevi icra edemeyeceğini düşünen Talat Bey daha sonra bunun fikirlerini yaymak için önemli bir araç olabileceğini düşünerek seviniyor. Ne kadar güzel değil mi? Gizli bir cemiyet kuran yönetimi karşıtı bir kişi sınırlara posta dağıtan memur olarak görevlendiriliyor. Bu kişi, yani Talat Bey, bu işini yaparken bu arada devletten maaş alıyor. Talat Bey gibi başka görevlililer de var. İronik bir durum. Meselâ yine Mustafa Kemal Bey, 1905 yılında Fatih civarında gizli faaliyetlerinden dolayı Suriye’ye sürülüyor, ancak bir yol bulup Selanik’e üçüncü orduya tayin oluyor. Burada Jön Türklerle gizli faaliyetlerine devam ediyor..
Neden görevden almak yerine bu yolu tercih ediyor?
Abdülhamid Jön Türkler için “Bunlar kuzu gibidir. Dışarıda kalırlarsa art niyetli kimseler bunlardan istifade ederler. Devlette görevde bulup maaş almaya devam ederlerse sivri fikirlerinden vazgeçerler, diye düşünüyordu. Bir şekilde bunları içeride tutarak kontrol altına almak istiyor. Fakat işler düşündüğü gibi olmuyor. Aksine bu siyasetiyle Selanik’in Jön Türklerin merkezi olmasını sağlıyor. Daha sonra ise Selanik’te örgütlenen Jön Türkler’den Resneli Niyazi’nin 1908 yılında dağa çıkmasıyla olaylar patlak veriyor. Olayın asıl kahramanı Resneli Niyazi’dir.
Jön Türkler II. Abdülhamid’i tahttan indirdikten sonra yerine kimi geçirmeyi düşünüyorlardı?
Sultan Abdülhamid zeki ve iktidarını paylaşmak istemeyen biri. Kendinden sonra tahta geçmesi muhtemelen kardeşleri ise yönlendirmeye açık kişilerdi. Bu açıdan bakıldığında II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra Jön Türkler tahta geçecek padişahı istedikleri gibi yönlendirebilirlerdi. Sultan Reşad dönemi böyle olmuştur.
Jön Türkler Abdülhamid’i çok zalim ve gaddar olarak tasvir ederler. Bu ne kadar gerçekçi?
Hayır doğru değildir, bu. Jön Türkler Abdülhamid’i astığı astık kestiği kestik hatta insanları öldürüp denize atan biri olarak tasvir ederler. Bunlar tamamen Jön Türk ajitasyonu ve propagandasıdır. Jön Türkler Sultan Hamid’e karşı propagadayı çok iyi kullanmışlardır. Propaganda konularından biri de bu öldürme ve işkence iddialarıdır. Fakat 1908 ihtilâlinden sonra kurulan bir heyet bu şekilde öldürülen ve fail-i meçhule kurban giden bir kişiyi tesbit edememiştir. Çünkü böyle bir şey yok. En kötü uygulama Taşkışla’da işkence olabilir. Burada sorgulanan ve işkence görenler ise bir görevle devletin farklı coğrafyalarına sürgün ediliyorlardı. Bunu kabul etmeyenler ise Avrupa ülkelerine kaçıyordu.
Jön Türklerin dinle ilişkileri nasıldı?
Jön Türkler kozmopolit bir yapıya sahiptiler. Her türlü görüşten düşünceden insanlar var. Şeyhi var, müridi var, masonu var, dönmesi var, materyalisti var. Ahmet Rıza çok iyi bir Auguste Comte sempatizanı ve Meşveret’teki yazılarında onun fikirlerini açıkça yazıyor. İbrahim Temo bu yazıların Paris’te normal karşılanabileceğini, ancak bunların İstanbul’daki Jön Türkleri olumsuz olarak etkileyebileceği için eleştiriyor. Dini o günkü Osmanlı toplumunun bir gerçeği olarak görüyorlar, fakat özellerinde herkesin kendisine göre bir din algısı vardı.
Bu kadar farklı kimliklerin bir araya geldiği Jön Türklerin ortak bir siyasî ve felsefî bir vizyon tanımı var mı?
Sosyolog Şerif Mardin ve tarihçi Şükrü Hanioğlu gibi, ben de bunların böyle ortak bir siyasî ve felsefî düşünceye sahip olmadıklarını düşünüyorum. Yine İstanbul’da görev yapan Alman subayların hatıratlarında “İyi niyetli, devletin istikbalini meşrûtiyette gören, ama siyasî, felsefî anlamda toplumun önünü açacak siyasî ve felsefî görüşleri olmayan gençler” tesbitleri var. Jön Türkler toplumdan kopuk bir ihtilâl grubuydu. Osmanlının sorunlarına çözüm üretecek projeleri yoktu. Tek reçeteleri veya sihirli değnekleri meşrûtiyet idi. Halbuki Abdülhamid bunlardan çok daha akılcı ve daha iyi projelerin sahibi idi. Sultan Hamid’in bu özellikleri son yıllarda yapılan akademik çalışmalar ve diğer yayınlarla ancak yeni anlaşılmaya başlamıştır.
Siz Abdülhamid’i Jön Türklerden daha ilerici buluyorsunuz?
Kesinlikle. Osmanlı modernleşmesinde üç padişah önemlidir: II. Mahmut, Abdülmecid ve II. Abdülhamid. Dede, oğul, torun… Sultan II. Mahmud Osmanlı modernleşmesini fiilî olarak başlatan kişi, Abdülmecid ise bu faaliyetleri Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla devlet projesi haline getiriyor. Artık devletin Batılılaşması ortak bir karar olarak yürürlüğe giriyor. Abdülhamid de bu iki padişahın kurumsal olarak yapmak istediği bir çok şeyi yapıyor. Bunun dışında Abdülhamid iyi bir dindar. Hükümdar olduktan sonra dinî hassasiyetlerine daha da dikkat eden Abdülhamid, bir taraftan kurumları modernleştirirken, öbür taraftan toplumu İslâmî hassasiyetleriyle ayakta tutmaya çalışıyor. Meselâ dünyanın farklı bölgelerine tebliğciler gönderiyor, okulların tedrisatında dinî hassasiyetlere uyulmasını titizlikte takip ediyor. Abdülhamid dönemini bir yenileme dönemi olarak ele alırsak, kadim Osmanlı ile modern Osmanlının sentezinin sağlıklı bir şekilde yapılmaya çalışıldığını görürüz. Bundan dolayı Sultan Hamid dönemini devletin restorasyonu olarak değerlendirmek gerekiyor. 1909 darbesiyle bu restorasyon sona ermiş ve tekrar başa dönülmüştü.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında bu reformların etkisi nedir?
Modern Türkiye’nin ortaya çıkmasında temel parametrelerden biri de Abdülhamid’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma aşamasına tarafsız gözle bakarsak karşımıza üç kişi çıkar; II. Mahmut, II. Abdülhamid ve Mustafa Kemal Atatürk. II. Mahmut olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Osmanlıyı geçmişiyle barışık bir şekilde modernleştiren II. Abdülhamid’dir. Cumhuriyet bu miras üzerine kurulmuştur.
Bir taraftan meşrûtiyeti savunan Jön Türkler öbür taraftan mutlakiyetçi, ama Jön Türklerden daha ileri bir Abdülhamid portresi çiziyorsunuz. O dönem hangi kesime destek verileceği insanların kafasını karıştırıyor mu?
Şu an Abdülhamid’e hayranlık duyan kimselerin önemli bir kısmı o dönem yaşasaydı inanın Abdülhamid’e karşı olurdu. Özgürlük, hürriyet tılsımlı kavramlar. İslâmî kesimden bir çok insan o dönem Abdülhamid’e karşı. Öbür taraftan da devlet büyük bir kriz içinde. Tanzimat’tan bu yana ilginç bir yapı oluşuyor. Bürokratların, Başbakanların, bakanların göreve gelip gitmesini Fransız, Avusturya, Rusya, İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçileri kararlaştırıyor. Devletin adeta omurgası kırılmış durumda. Dış borçlanma 1854 yılında başlıyor ve devlet yirmi yılda iflâsın eşiğine geliyor. II. Abdülhamid böyle bir dönemde yönetime gelerek, devletin bu kötü gidişine dur demek istiyor. Bir de ’93 harbini kaybetmiş ve devlet dibe vurmuştu. Dolayısıyla böyle bir durumdan tekrar ayağa kalkmak zor idi. Sultan Hamid bunu yapmaya gayret etmiştir. Bunu yaparken de bazı hataları olmuştur. Bu ise ister istemez pek çok kişiyi rahatsız etmiş ve karşıtlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
31 Mart Vak′ası toplumsal dinamiklerle gelişen bir şey mi?
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi meselesi “31 Mart Vak′ası patlak verdi, gericiler subayları öldürdüler, Selanik Hareket Ordusu İstanbul’a yürüdü, Meşrûtiye’te sahip çıkıp Abdülhamid’i tahttan indirdi” şeklinde özetlenir. Bu tamamen hikâye. Bu hadiseye ışık tutan en önemli bilgiyi Hüseyin Kâni İrtem veriyor. Kâni İrtem anılarında 31 Mart Vak′ası’nın patlak verdiği gece Doktor Nazım, Talat Bey ve Ahmet Rıza’nın bir mebusun evinde gizli bir toplantı yaptığını söylüyor. Bu toplantıdan “Meclis derhal İstanbul’un dışında bir yerde toplanmalı, Selanik’ten ordu getirilip olaylar bastırılmalı ve Abdülhamid tahttan indirilmeli” kararı çıkıyor. Bakıyorsunuz ki bu üçleme adım adım uygulanmış. Demek ki her şey bir plan dahilinde yapılmış, şeklinde düşünülebilir.
JÖN TÜRLER, DÖNMELERİN VE MASONLARIN İMKÂNLARINI KULLANDILAR
Jön Türklerin merkezi olan Selanik, Yahudi ve dönmelerin merkezi olması bakımından çok tartışılıyor.
Selanik kozmopolit bir şehir. 1908 yıllarında Selanik şehrinin nüfusu 98 bin civarında. Bunların 47 bin küsûru Yahudi, 20 bin civarı dönme ve ayrıca 15 bin civarı ise Avrupalı. Müslümanlar 30 bin civarında o dönem. Selanik’te yediye yakın mason locası var.
Jön Türk hareketine bölgede bulunan güçlerin nasıl bir etkisi oluyor?
Faaliyetlerini yaparken daha ziyade Mason localarının ve dönme dediğimiz grubun maddî imkânlarını, mekânlarını kullanıyorlar. Bir iki örnekle Mithat Şükrü Bleda gibi Osmanlı Hürriyet Cemiyetini kuranların bir kısmı masondur. Meselâ Cavid Bey dönmedir. Masonların harekete katkısı ise daha fazladır diyebiliriz. Masonlar “Osmanlıdaki biraderlerini uykularından uyandırmak için harekete geçiyorlar ve 1900’lü yılların başında Ferrari isimli bir heykeltraşı Selanik’e gönderiyorlar. İlginçtir, bundan sonra Selanik’teki ihtilâlci gençlerde bir hareketlenme başlıyor. Kurucularının önemli bir kısmının mason olduğu Hürriyet Cemiyeti’nin ortaya çıkması tesadüfî olmasa gerekir. Bu cemiyeti kuranların önemli bir kısmı mason ve dönme. Jön Türklerin harekete geçirilmesi ve ihtilâlin gerçekleştirilmesi sürecinde ciddî destekleri var.
H.Hüseyin Kemal
[email protected]