"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yasağın temeli değişmez maddeler

07 Haziran 2011, Salı
YAZAR HİLÂL KAPLAN: BENİM ÇÖZÜM ÖNERİM İKİ AYAKLI BİR ÖNERİ: BİRİNCİSİ ANAYASANIN DEĞİŞMEZ DENİLEN İLK ÜÇ MADDESİNİ DEĞİŞTİRMESİ ŞART. ÇÜNKÜ YASAĞIN DEVAM ETMESİNİ SAĞLAYAN YARGI KARARLARINA BAKTIĞINIZDA İLK 3 MADDEDE ÖZELLİKLE DE LAİKLİK İLKESİNE BAŞVURU YAPILARAK YASAK MEŞRULAŞTIRILIYOR. BU NOKTADA BİZİM İLK 3 MADDEYİ ÖZGÜRLÜKÇÜ, ÇOĞULCU, DEMOKRATİK BİR DEVLET YAPISINI TAMAMLAYACAK BİR ŞEKİLDE VE ÖZELLİKLE VATANDAŞI DEVLETİN KARŞISINDA KORUYAN, VATANDAŞI MERKEZE ALAN BİR DİLLE YAZMAMIZ GEREKİYOR.
“Başörtüsü aday yoksa oy da yok” kampanyası ile yola çıkan Hilâl Kaplan ile yürüttükleri kampanyayı konuştuk.
 Meclis’te başörtülü kadınların temsilinin önemli olduğunu vurgulayan Kaplan, “Bütün etnik ve ideolojik kesimlerin yer aldığı Meclis’te Ergenekon sanığı isimler bile temsil edilecekken, toplumun yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan başörtülü kadınlar neden bulunmasın” diyor. Kaplan, kampanyalarının Başbakan Erdoğan ve bazı muhafazakâr yazarlar tarafından eleştirilmesine de sert tepki gösterdi. Başörtülü kadınlara eğitim, kamuda çalışma, Meclis’e girme hakkı tanınmadığını hatırlatan Kaplan, “4 yıl daha erteleyelim, ne olacak, gözüyle bakamıyoruz, çünkü bizim ömrümüzden ömür gidiyor. Halen hayatımızın ortasında yer alan bir yasak var, bu minvalde biz de oy vermeme hakkımızı kullanıyoruz. Bunun da bu kadar büyütülecek ‘yakışıksız,’ v.s. diye yerden yere vurulacak bir tavır olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu.
 
Yazar Hilâl Kaplan neden başörtülü vekil istediklerini gazetemiz için anlattı. 

Ülkemizde, yıllardır süren ve git gide kabullenilen bir başörtüsü yasağı var. Sizce yasak bugün ne durumda?
Yasak hemen hemen tüm hızıyla devam ediyor, ama özellikle medyada sona ermiş gibi bir hava estiriliyor Üniversitelerin çoğunda yasak aşıldı. Nasıl yasak başlangıcında keyfî bir biçimde şahısların iradesi sayesinde başladıysa, şu anda da şahısların iradesi üzerinden defacto olarak aşılmış durumda. Herhangi bir yapısal çözüm getirilmiş değil. Yasağın devam ettiği üniversiteler var, yasağın kalktığını bildiğimiz bazı üniversitelerde de yasağı keyfî biçimde uygulayan hocalar, dekanlar var. Üniversitenin pek çok bölümünde yasak uygulanmasa bile, bazı fakültelerde uygulanıyor. Nihaî bir çözüm halen bulunabilmiş değil.
Kamu alanında yine oldukça kanıksanmış bir yasak var. Üniversite öncesi eğitim için yine yasak sürüyor. Aynı şekilde Meclis’te de başörtülü vekil görme ihtimalimiz oldukça düşük. Çünkü barajı aşması beklenen partiler herhangi bir başörtülü vekil adayı göstermedikleri için, Meclis’te önlerinde yasal engel olmamasına rağmen, devam eden bir yasak söz konusu olacak. Bu anlamda belli konjonktürel bir hafifleme var diyebiliriz, ama onun dışında çok da büyük bir gelişme yok açıkçası.

Peki, özellikle üniversiteler için nihai bir düzenleme nasıl olur?
Diğer hak ve özgürlük mücadelesi sürdürülen alanlarda olduğu gibi, yeni anayasanın derde deva olacağı söyleniyor, ama ben daha önünde yasal bir engel olmayan meclis engelinin bile aşılmaya çalışılmadığı, başörtülü kadın temsilinin olmadığı Meclisten kamudaki yasaklar dahil bütün yasakları kaldıracak türden bir geniş özgürlük sağlama çabası geleceğini sanmıyorum.
Benim çözüm önerim iki ayaklı bir öneri:  birincisi anayasanın değişmez denilen ilk üç maddesini değiştirmesi şart. Çünkü yasağın devam etmesini sağlayan yargı kararlarına baktığınızda ilk 3 maddede özellikle de laiklik ilkesine başvuru yapılarak yasak meşrulaştırılıyor. Bu noktada bizim ilk 3 maddeyi özgürlükçü, çoğulcu, demokratik bir devlet yapısını tamamlayacak bir şekilde ve özellikle vatandaşı devletin karşısında koruyan, vatandaşı merkeze alan bir dille yazmamız gerekiyor. “Devletin karakteristik özellikleri laik, sosyal demokratik bir hukuk devletidir” olarak korunmasında sakınca olmamakla beraber yani bu korunacaksa bile arkasına, “Bu özelliklerin hiçbrisi insan hak ve özgürlüklerine aykırı biçimde yorumlanamaz” gibi bir ibare getirilmesi gerekiyor. Buna ek olarak ayrımcılığa karşı kanun diye ayrı bir kanun maddesi konulması vatandaşın yaşam biçimi, cinsiyeti, sosyal statüsü, dinî inanışları, vb sebeplerle herhangi bir ayrımcılığa uğramayacağı, uğradığı takdirde vatandaşın hakkını koruyacak biçimde olduğunu belirten ayrı bir kanun maddesi konması gerek. Bu hem “Yaşam biçimimize müdahale mi ediliyor” şeklinde mahalle baskısı argümanlarını da yatıştırır, hem de dinî inanışları yüzünden ayrımcılığa uğrayan insanların da korunmasını sağlayan bir madde olur. Böyle bir yasal düzenleme ile aşılabileceğini düşünüyorum.  

Sizce Meclis’te başörtülü milletvekili bulunmalı mı?
Şu anda mevcut sistem, parlamenter demokrasi denilen, temsili demokrasi denilen bir sistem. Bu sisteme göre meclisin, milletin bir yansıması olması gerekiyor. Türkiye toplumunda, yüzde 65-70 kadınların başları örtülü ise bunun Mecliste bir karşılığı olması gerek. Bir bu açıdan başörtülü vekil olması gerekir. İkincisi yeni anayasa çalışması yapılacak, bu anayasa bütün milleti kucaklayacak türden bir anayasa olacağı iddia ediliyor. Yeni anayasa düzenlemesi konusunda da başörtülü vekil temsil sağlar.
Yasal olarak başörtülü vekil olması yönünde herhangi bir engel yok. Sadece Merve Kavakçı olayında da bu yüzden onu vatandaşlıktan çıkardılar. Yani biraz katakulliye getirerek bunu yapmışlardı çünkü yasal olarak Merve Hanımın hakkı saklıydı. Bu anlamda yasal bir engel olmamasına rağmen eğer siyasi partiler bu yasağı daha meclise aşamıyorsa, bunu nasıl anayasaya yansıtacaklar. Bu açıdan da başörtülü bir vekilin olmasını gerekli buluyorum.
Bir de bütün etnik kesimlerden, ideolojik kesimlerden, Ergenekon sanığı isimlerin temsil kabiliyetine sahip olacak bir Mecliste; ben açıkçası başörtülü kadınların olmamasını demokrasi adına da eksiklik olarak görüyorum. Bazıları temsilî demokrasi ne kadar doğru ne kadar yanlış diye teorik tartışmalara girerek bu tartışmayı açıyorlar, ama eğer mevcut sistem buysa bu sistemde de başörtülü kadınların temsili gerekiyor.
Şu denebilir başı açık kadınlar ya da erkekler başörtülü kadınları temsil edemez mi evet edebilirler, ama bir yere kadar… Başörtüsü mağduriyetine uğramış bir tane bile kadın vekilin bulunmadığı bir Mecliste, bu mevzunun çok da doğru bir biçimde tartışılacağını ben şahsen düşünmüyorum. Bu anlamda da başörtülü vekilin olmasını gerekli buluyorum. 

Merve Kavakçı’nın 1999’da fiziksel güç kullanılarak Meclis’ten atılmasının ardından 12 yıl gibi bir zaman geçti. Bu süre zarfında 2 genel seçim, 2 yerel seçim geçirdik. Fakat bu süreçte başörtülü hanımlar sandık başlarında bile görev alamadılar. Bugün 28 Şubat sürecinin demokratikleşmeye zarar verdiği her kesim tarafından kabul ediliyor. Başörtülü milletvekiline karşı muhalefetin tavrı da daha yumuşak. Buna rağmen hiçbir parti başörtülü milletvekili adaylarına, seçilebilecek sıralardan listelerde yer verilmedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Lafa gelince 28 Şubat bitti demek kulağa çok güzel geliyor, ama eğer gerçekten bittiyse neden 28 Şubatın köşe taşlarından birisi olan Merve Kavakçı’nın meclisten kovulması travmasını tedavi edecek türden bir adım atmadı siyasi partiler. Bunu en başta siyasi partilerin temsilcilerine sormak lazım. Ama bana sorarsanız siyasî partiler olabildiğince uzlaşmacı, toplumu fazla germeden bir adaylık sunumu yapmaya çalıştı Zaten Mecliste başörtülü kadın temsilinin kendisini birebir arzu etmeyen, siyasi partiler de var. Onların aday göstermemesi normal, ama başörtülü kadınların da en az diğer kadınlar kadar hak sahibi olması gerektiğini savunan partiler de aday göstermedi. Bu meselede onların bir eksiği olmakla beraber bazı siyasi kaygıların da olduğunu düşünüyorum. 2008 yılındaki gibi bir kapatma dâvâsı ya da 1999 yılındaki gibi “dışarı” sesleriyle bir milletvekilinin kovulması gibi şeylerin söz konusu olmayacağını, şu an siyasi dengeleri biraz yakından tanıyan birisi, çok rahatlıkla tahmin edebilir. Bu anlamda başörtülü kadınların hakları 4 yıl daha ertelenmiş oldu. Zaten bazı Müslüman erkek yazarlarda girmeyiversin ne olur kabilinden yazılar yazdılar. Entelektüellerin bile böyle dediği bir ortamda siyasî partilerin böyle davranmasına çok da şaşırmamak lâzım.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘Başörtülü aday yoksa oy da yok’ kampanyası hakkında ‘yakışıksız’ nitelemesinde bulundu, savunanları ‘gerilim siyaseti’ yapmakla suçladı. Başbakan’ın neden böyle bir çıkış yaptı sizce?
Ben üzerine yazı da yazmıştım öncelikle ben bu kampanyayla herhangi bir ayıp ya da günah işlediğimizi düşünmüyorum. Dolayısıyla başbakanın neden kampanyamızı kınadığını halen anlamış değilim. İkincisi Başbakan o açıklamasında; “gerilim siyasetinin tarafı olmayacağız” demişti fakat hatırlarsanız 2007 yılında AK parti Cumhurbaşkanı Gül’ü aday gösterdiği için gerilim siyaseti yapmakla suçlanıyordu. Neden eşi başörtülü birini aday gösterdikleri için. Fakat bugün biz başörtülü vekil istiyoruz deyince gerilim siyasetinin tarafı olmakla, yani bir zamanlar ak partinin suçlandığı şeyin kendisiyle suçlandığımızı görüyoruz. Ben bu anlamda nasıl bir yargıya ulaşmamız gerektiğini de okuyucuya bırakıyorum.
Bizim kampanyanın sloganı çok tartışıldı birincisi kampanya sloganları dikkat çeksin diye bulunurlar. Yani başörtülü vekil istiyoruz gibi bir slogan etkili olmayacaktı. İkincisi de başörtülü kadınlara baktığınızda; okuma hakkı yok, kamuda çalışma hakkı yok, özel sektör de kabul etmiyor, meclise girme hakkı da partilerde tanınmadığı için, seçilme hakkı da yok… Bizim şu anda vatandaş olarak meşru tek hakkımız oy vermek. Dolayısıyla bu hakkımızı da bu minvalde yani başörtülü aday göstermeyen partilere oy vermeyerek kullanmak istiyoruz Bizim bütün başörtülü kadınları kapsıyoruz, temsil ediyoruz gibi bir iddiamız kesinlikle yok, ama bazı erkeklerden farklı olarak “4 yıl daha erteleyelim ne olacak” gözüyle de bakamıyoruz çünkü bizim ömrümüzden ömür gidiyor. Halen hayatımızın ortasında yer alan bir yasak var bu minvalde biz de oy vermeme hakkımızı kullanıyoruz. Bunun da bu kadar büyütülecek “yakışıksız” v.s. diye yerden yere vurulacak bir tavır olduğunu düşünmüyorum. Herkesi biraz daha hakkaniyetli düşünmeye çağırıyorum.

 
 
 
 
 
ARŞİVDEN
 
‘Tesettür fıtrîdir’
 
Gerek Sezer’in, gerekse Baykal’ın son beyanları, bir süredir telâffuz edilen “Başörtüsü meselesini ancak CHP çözebilir” iddiasının kofluğunu ve ciddî bir dayanaktan kesinlikle yoksun olduğunu açıkça ortaya koydu.
Çünkü bu kafa başörtüsüne, daha doğrusu tesettüre temelden karşı. Tesettürü, “kadını ikinci sınıf insan sayan” bir “cinsiyet ayrımcılığı”nın simgesi ve “kadın-erkek eşitliği”ne aykırı bir giyim tarzı olarak görüyor.
Onun için de, Sezer’in kullandığı ifadelerde yer aldığı gibi, tesettürle kendisini ifade eden “sosyo-kültürel düşünce yapısını kırmak,” kadınları “bağnaz düşünce ve dogmaların etkisinden kurtarmak” için, hukuku çarpıtmak dahil her yola müracaat ediliyor. Milletimizin din ve tesettür anlayışı için kullanılan “bağnaz düşünce ve dogma” tabirinin, “devrim yobazlığı” bağlamında her an geri tepebilecek bir bumeranga dönüşebileceği ise nedense hiç hesaba katılmıyor. Bu, işin ayrı bir tarafı. Ama asıl önemli olan, böyle bir kafa yapısıyla uzlaşmanın imkânsızlığı ve ondan tesettüre ilişkin insaflı, özgürlükçü bir tavır beklemenin abesiyeti.
Aslında bu kafanın objektif ve evrensel hukuk ilkeleriyle de, sosyoloji kanunlarıyla da, hür ve demokratik siyasetin gerekleriyle de, ülke ve dünya gerçekleriyle de uzaktan yakından en küçük bir ilgisi ve ilişkisi yok.
Ve bu kafa “felsefî” anlamda da kaybetmiş durumda. Zira temel dayanak olarak gösterdiği “mutlak anlamda bir kadın-erkek eşitliği”ne herşeyden önce yaratılış kanunları izin vermiyor. Yaratıcı, kadın ve erkeği, birbirini tamamlayan farklı meziyet, kabiliyet ve özelliklerle donatmış. Erkeğin rolünü kadına, kadının rolünü erkeğe yükleme yönündeki zorlamaların ise, fıtrattaki ahengi ve toplumdaki dengeyi nasıl sarstığı ortada.
İşte tesettür, Yaratıcının koyduğu ahenk formülü çerçevesinde, kadınla erkeği ve ardından onlara bağlı olarak aile ve toplumu koruyan, manen ve ahlâken gelişmenin zeminini hazırlayan çok önemli bir prensip.
Nitekim Bediüzzaman’ın Tesettür Risalesi de, örtünmenin fıtrat ve hikmet cihetlerini vurgulayan tahlilleriyle buna dikkat çekiyor. Evrensel hukuk ve demokrasi platformunda giderek köşeye sıkışan yasakçı kafanın işi ideolojik ve felsefî bir zemine kaydırarak kendisine yeni manevra alanı açma girişimlerine verilecek cevaplar işte bu tahlillerde.
Bu eserin yazıldığı ve Eskişehir mahkemesinde yargılanıp mahkûm edildiği 30’lu yıllarda tesettürün kökünü kazımak ve genç nesilleri tesettürden uzaklaştırmak için her yola başvurulmuş, bu yolda başı çekip ayakları yerden kesilen kimi yayın organları tesettür için “Artık hudutlarımız haricinde kalan bir mesele” yorumları yapabilmişlerdi.
Ama aradan geçen üç çeyrek asır, fıtrata savaş açanları değil, İlâhî yaratılış kanunlarını doğruladı. Öyle olmasaydı, 2004 Türkiye’sinde başörtüsü toplum ve devlet için bir numaralı gündem maddesi olabilir miydi?
İnkıtaları oynayan yasakçı kafanın direnişi boşuna. Zira yaratılış kanunları da, “Tesettür fıtrîdir” gerçeği de asla mağlûp edilemez.
(Kâzım Güleçyüz, Yeni Asya 10.3.2004)
 
YARIN:  YILDIZ RAMAZANOĞLU
 
 
Elif Nur Kurtoğlu
 
 
 
 
Okunma Sayısı: 7020
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • özdemiroğlu

    7.6.2011 00:00:00

        Sn. Kaplan;başörtüsü yasağının temel dayanağı değişmez maddeler ise,bu maddelerin değişmiyeceğini ifade eden sn. Meclis Bşk. M.Ali Şahin olmak üzere,AKP liler ne düşünüyor?Şimdi bazı dostlarımız,neden her meselede hükümeti suçluyorsun diyeceklerini duyar gibiyim.Acaba başörtüsü yasağı,değişmez maddeler ile ilgili muhatap hükümet değil de,Antalya Tapu Müdürlüğünü mü ele alacaktık?Tabii ki,suyun başında AKP var ise,muhatap da Hükümet ve onun sevimli(!) partisidir.

  • h.h.k

    7.6.2011 00:00:00

    Hilal Kaplanın çözüm önerisine bir diyeceğimiz yok..Doğrusu o dur..Ancak iktidarın böyle bir niyetinin olmadığını sözcüleri defalarca açıkladılar..Bizim değişmez maddeleri değiştirmek gibi bir düşüncemiz yok dediler..Ayrıca bu maddeler ortadayken bile demokratlar nasıl çözmüşlerdi..Düşünmeye değmez mi?Hilal Kaplan,Yetkililerin aman gerilim siyaseti uygulamayalım diyorlar,ama kendileri Cumhurbaşkanlığına aday olduklarında gerilim siyaseti uygulamayın diyenleri dinlediler mi diye soruyor..Be kardeşim siyaset ya milletin çıkarları için yapılır veya kendi çıkarları için..Demek ki burada ikinci yol tercih edilmiştir..Bizde ne güzel onlara basamak oluyoruz..Bir Allah’ın kulu çıksın da desin ki bu iktidar,28 şubat da kaybettiğimiz şu kazanımlarımızı bir bir geri aldı..Allah insaf versin 9 sene geçti..Bunu diyebilen bir Allah’ın kulu var mı?

  • İbrahim Faik Bayav

    7.6.2011 00:00:00

    Hilal Kaplan, Başörtüsü ve Anayasa


    Taraf gazetesinin Yazarı Hilal Kaplan, konuşmuş!

    Ne konuşmuş? Neyi konuşmuş?

    Ülkede başörtüsü sorunu bir türlü çözülememiş ya... İşte onu konuşmuş.

    Başörtüsü yasağının durumu sorulduğunda Hilal Kaplan, ’’Yasak, hemen hemen bütün hızıyla devam ediyor’’ demiş. ’’Keyfi biçimde...’’ diyerek de yakınmasını dile getirmiş.

    Sonra, ’’Anayasanın ’değiştirilemez’ denen ilk üç maddesinin değiştirilmesi şart’’. demiş başörtüsü sorunun giderilmesi için Hilal Kaplan.

    Yasağın ’’Keyfi biçimde’’ olması demek, Anayasa ve yasalar devre dışı bırakılarak demektir. Anayasa’da da yasalarda da başörtüsünü yasak eden bir hüküm olmadığını ikrar etmek demektir. O zaman sorayım: Anayasa’daki ilk üç maddenin değiştirilmesi keyfiliği önleyecek mi? Yargı kararlarındaki yasağın, ilk üç maddeye, hususan laikliğe başvuru yapılarak devamlılığın sağlanması, kararı verenin ’laik’ olmasındandır. Yargılama, dindar birince yapıldığında tam tersi kararın çıkabileceğini anlıyoruz.

    Hilal Kaplan’ın tesbiti şu: ’’Üniversitelerin pek çok bölümünde yasak uygulanmasa bile, bazı fakültelerde uygulanıyor’’.

    Eğer Anayasa’nın ilk üç maddesinin değiştirilmesini başörtüsü yasağına çözüm olarak görürsen, şu anda başörtüsü yasağını uygulamayan üniversite bölümlerini ’keyfilik’ tanımı içine atmış olursun. ’’Başörtüsü yasağı keyfi uygulanıyor’’ yakınman boşa gider. Sorulur: Şimdi keyfilik içre olanın, istek gerçekleştiğinde, keyfi olmayacaklarını nasıl umuyorsun?

    Hilal Kaplan’ın şu çıkışı önemli: ’’İlk üç maddeyi; özgürlükçü, çoğulcu, demokratik bir devlet yapısını tamamlayacak bir şekilde ve özellikle vatandaşı devletin karşısında koruyan, vatandaşı merkeze alan bir dille yazmamız gerekiyor’’.

    Hilal Kaplan, başörtülü kız ve kadınların sorunun hallini mi düşünüyor, yoksa, devleti dönüştürmeyi mi?

    Devlet, bir anayasa ile şekillenir; bu işlemi Meclis’e toplananlar yapacaklardır. Yani, milletten oy aldığını sanıp kırmızı koltuk edinenler!.. Hilal Kaplan’ı yanlarına ’katip’ olarak alacaklarsa o ayrı!..

    Hilal Kaplan demiş ki; ’’Devletin, karekteristik özellikleri, -laik, sosyal demokratik bir hukuk devletidir- olarak korunmasında sakınca yoktur’’.

    Hilal Kaplan’ın dediği gibi, devletin karekteristik özelliklerinin, -laik, sosyal demokratik- şeklinde kalmasında bugüne kadar sakınca yoktu zaten. Çünkü laiklik karşıtları, laikleri kıskandıracak şekilde bu hüküm altında geliştiler, palazlandılar. Bu hükmün şemsiyesi altında laiklik karşıtları laiklere kafa tutacak güce eriştiler. Eğer, devletin bu karekteristik özelliğine, ’’Bu özelliklerin hiç birisi insan hak ve özgürlüklerine aykırı biçimde yorumlanamaz’’ maddesi eklenirse, pişmiş aşa su eklenmiş olur. Türkiye bütün dünyaya güldürülür.

    Dünyanın hiç bir yerinde insan hakkına aykırı yorum yapan devlet düşünülemez. Buna aykırı yorum yaptığı iddia edilen bir kaç devletin akıbeti Ortadoğu’ya bakıldığında görülmüyor mu?

    Düşünülen, ’insan’ tanımının topluma layık görülüp görülmemesidir.

    Hilal Kaplan’ın şu görüşüne de bir şey deyip son vereyim: ’’Şu anda mevcut sistem, parlamenter demokrasi denilen, temsili demokrasi denilen bir sistem. Bu sisteme göre Meclis’in milletin bir yansıması olması gerekiyor’’.

    Sistem, Anayasa’ya göre demokratik. Meclis milletin yansıması olmuyorsa, ’keyfilik’ aynen başörtüsünde olduğu gibi yürütülüyor demektir.

    Görünen o ki, Anayasa, Anayasa’ya uyumluluk yemini edenleri, keyiflerini kaçırıp yürüteceğine, keyifliler Anayasa’yı ’’ileri ileri’’ yürütüyorlar. Ediyorlar Anayasa’daki demokrasiyi ’’ileri demokrasi’’!..

    Böyle anlayışlıların yönetime geldiği ülkede Anayasa’nın ilk üç maddesini değiştirsen ne olur, değiştirmesen ne?!.

    [email protected]

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı