Keşke her şey konuşulduğu kadar kolaylıkla yapılabilseydi.
Hem özel hem de devlet hayatında çok güzel şeyler konuşulup, çok güzel kararlar alabiliyoruz, ama iş bunları yapmaya gelince hedefler şaşıyor. İstemesek de hayatın gerçekleri böyle.
Türkiye’nin çok uzun yıllardan beri ortaya koyduğu bir hedefi, bir maksadı var: İnsanlarımızın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri ülkemizde kendi imkânlarımızla üretmek. Bunun için geçmiş yıllarda “Yerli Malı Haftası” bile ilân edilmiş ve “Yerli malı, yurdun malı/ Herkes bunu kullanmalı” şeklinde sözler ezberletilmişti.
Dünya bir köy haline geldiği için yerli ya da yabancı tabirleri bile anlamını kaybetmek üzere. Ancak ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin kendi imkânlarımızla üretilmesi hepimizin menfaatine olan bir durum. Bunun için de ilk adım, dürüst bir şekilde çalışmakla atılabilir. Tembelliğe teslim olarak ihtiyaç duyduğumuz mal ve hizmetleri üretemeyiz.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Ömer Fatih Sayan da yerli üretimin önemine dikkat çeken tesbitlerde bulunmuş. Sayan, BTK öncülüğünde düzenlenen “Yerli ve Millî Üretim Ekosistemi Proje Geliştirme Çalıştayı”nın açılışında yaptığı konuşmada özellikle ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) yatırımları arasında doğrudan bir ilişki olduğunu hatırlatıp şöyle demiş: “Bugün, Türkiye’nin ileri teknolojili ürünlerinin toplam ihracattaki payı yüzde 4 civarında ve bunu çok sür’atli bir şekilde arttırmamız gerekiyor. Bunun yolu da yüksek teknoloji içeren ürünleri yerli ve millî imkânlarla üretip hem kendi ihtiyaçlarımız için kullanmak hem de ihraç etmekten geçiyor.”
Dünya genelindeki Ar-Ge yatırımlarının yüzde 80’den fazlasının Amerika, Avrupa ve Japonya’da yapıldığının bilgisini de veren BTK Başkanı Sayan, “Ar-Ge, özgürlük demektir” ifadesini kullanmış.
Sayan’ın dikkat çektiği gerçeklerden biri de şu: “Ülkemiz elektronik haberleşme sektöründeki yatırımların tamamına yakınının ithalat yoluyla karşılandığını dikkate aldığımızda, sadece 4,5G ve 3G altyapıları için yapılan yatırımların, cari açığın yüzde 3’lerine tekabül ettiği görülmektedir. Sektörün tamamını dikkate aldığımızda ise bu oranın yüzde 4-5’lere ulaştığını görmekteyiz. Cari açığın azaltılması için sadece ithalat oranlarının azaltılarak ihracat oranlarının arttırılması yeterli değil, katma değeri yüksek ürünlerin ihracatına ayrı bir önem vermemiz gerekmektedir.” (AA, 25 Ekim 2017)
Yüksek teknoloji ürünleri üretmek imkânsız değil. Nitekim bugün ülkemize göre iyi noktalarda olan Güney Kore, 1980’lı yıllarda Türkiye’nin gerisindeymiş. Evet, inanılması zor bir bilgi belki, ama gerçekler böyle. Peki ne oldu da Güney Kore çok daha iyi noktalara gelirken Türkiye gerilere düştü? Hepimizin bu soruya ikna edici cevaplar vermemiz gerekir ki nerede hata yaptığımız bilinsin. Tabiî ki Güney Kore ile aramızın açılmaya başladığı yılın 1980 yılı olması her halde tesadüf değildir. Çünkü 1980 yılı Türkiye için “12 Eylül darbesi” demektir ve darbelerin ülkelere nelere mal olduğunu da gösterir. 1980’deki askerî darbe ile maalesef ayağımıza kurşun sıktık ve ekonomik olarak da gerilere düştük.
Ümitsiz değiliz. Bir çıkış, bir ileri adım atmak mümkündür ve inşallah atılacaktır. Ancak bunun için övünmeyi sona bırakıp çalışmayı öne almamız gerekiyor. Bismillah diyelim ve bugünden çalışmaya başlayalım...