Cumhuriyetin ilânının 92.’inci yılı ve bu süre zarfında milletimiz çok badireler atlattı.
İlân edilen cumhuriyetin ‘isimden ve resimden ibaret kalmaması için’ millet çok gayret sarf etti. Milletimiz yeni idarenin hak, hukuk ve adaletle takviye edilmesini istedi, arzuladı. Ne var ki idareciler başka bir yol tuttu ve nihayetinde 1950 yılına kadar ‘tek parti’ devri devam etti. Muhalefet bile olmadı, olamadı.
Elbette bu süre zarfında bazı yeni partiler kuruldu, fakat milletin teveccühünden korkan günün idarecileri bu partileri çeşitli bahanelerle kapattı. Tabiî ki suların tersine akması mümkün değildi ve iş gelip 1950’deki ilk serbest seçimlere dayandı. O güne kadar ‘tek parti’ olarak Türkiye’yi idare eden CHP’ye duyulan tepki, DP’nin tek başına iktidara gelmesiyle neticelendi. Millet o kadar canından bezdirilmişti ki, keyfi idare ile kaynaşan CHP, o tarihten sonra tek başına iktidar yüzü görmedi.
Aradan yıllar geçti; iktidarlar geldi, iktidarlar gitti ve 92 yıl önce ilân edilen cumhuriyet hâlâ mükemmel bir idare haline gelemedi. Bugün adalet sisteminin düzgün işlediğini söyleyebilen var mı? Bu aksaklığı, “Bu kadar kusur Kadı kızında da olur” diyerek hafife alabilir miyiz? Hak, hukuk ve adaletle cilâlanmamış bir cumhuriyet, isimden ve resimden ibaret kalmış olmaz mı? Ki, “Adalet mülkün temelidir” anlayışına sahip olan hiç kimse bu duruma razı olamaz ve olmamalı.
Bazıları ‘mütedeyyin idareciler’in yanlış yapmayacağını düşünür. Elbette, olması gereken odur; ama olan çok farklıdır. Şunu bilmeliyiz ki, Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.” (Münâzarât, s. 28, [yeni tanzim, s. 64]) İdarecilerin hamiyetli olması, mütedeyyin olması onların ‘müstebit/ baskıcı’ olmasına mani olmayabilir ve olmuyor.
Elbette, her hadisede kaderin bir cilvesi olduğunu bileceğiz. Ancak bu durum, haksızlığa itiraz etmeye mani olmamalı. Önce haksıza “Sen haksızsın, sen adil davranmıyorsun” denilmeli; sonra da haksızlığa maruz kalanın ders ve ibret alması icap ettiği hatırlatılmalı.
Siyasetçiler şunu düşünmeli: Aldıkları her hangi bir karar, attıkları bir adım, kendi taraftarlarınca bile kabul ve tasdik görmüyorsa iki defa düşünmeleri icap eder. Görebildiğimiz kadarıyla, son olarak gazete ve televizyonların da dahil olduğu yayın kuruluşlarına kayyum atanması böyle bir etki yaptı. Siyasi olarak aynı düşünceyi paylaşsalar da pek çok kişi ve yorumcu, atılan adımı ihtiyatla izledi. Hatta düne kadar atılan her adımı gözü kapalı alkışlayan bazı isimler kayyım tayinine en azından ‘şekil’ olarak itiraz ettiler. Sıradan gibi görülse de bu önemli bir kırılmaya işaret ediyor olabilir. Zaten siyasî kırılmalar böyle küçük itirazlarla başlar ve önü alınamaz ayrılıklar yol açar.
Türkiye’de siyasetin, hukukun, adaletin sıkıntıları olduğu gibi ekonomik işleyişin de sıkıntıları vardır. Atılan adımlar millet nezdinde itibar görmüyorsa, siyasî maksatlarla atılmışsa, adım atanların aleyhine döner.
Cumhuriyetin 92’inci yılını kutlayan Türkiye, sıkıntılarını ancak tam adaleti temin ederek aşabilir. Atılan adımlar tam adaleti temin etmekten uzak olduğu müddetçe sıkıntılar peşimizi bırakmayacak.
Yanlışlara ‘yanlış’ diyebilmek önemli bir vazife olarak karşımızda duruyor. Birbirimizi de, siyasetçileri de iyilik yolunda teşvik edelim, fenalıkta değil!