Seçim haftasına girdik ve tansiyon biraz daha yükseldi.
Nasip olursa 1 Kasım’da sandıklar ortaya konulacak ve millet tercihini yapacak. Milletvekili seçimlerinin neticelerinin hayırlı olmasını şimdiden temenni edelim.
Adalet ve adaletsizlik, gündüz ve gece gibi birbirinin zıddıdır. Adalet varsa adaletsizlik olmaz, adaletsizlik varsa da adalet orada durmaz. Ülkemizin bir adaletsizlik denizine sürüklendiğini söylemek mümkün. O kadar keyfî işler yapılıyor ki, hangi birini sayalım? Hak, hukuk ve adaletin geri plana atıldığını sadece biz ifade etmiyoruz. Türkiye’yi idare edenler de, zaman zaman adalet terazisinin doğru tartmadığı noktasında tesbitlerde bulunuyor.
Meydana gelmesine ihtimal verilmeyen bazı hadiseler var ki, o hadise yaşandığında “Bu da oldu” denir. Son zamanlarda “Bu da oldu” diyebileceğimizin hadiseleri o kadar çoğaldı ki, artık hiçbir şey insanları şaşırtmıyor. Sürpriz hadiseler karşısında şaşırmak lâzım, ama artık Türkiye kamuoyu şaşırmayı unuttu. Başından beri özüne ve temeline itiraz ettiğimiz, ama yürürlükte olan anayasaya göre ‘tarafsız’ olması icap eden yöneticiler; siyasi parti lideri gibi davranıyor. Hemen ifade edelim ki, 12 Eylül 1080 darbecilerinin yaptığı ve millete zorla kabul ettirdikleri 1982 anayasasının bütün maddelerinin ‘kötü’ olması gerekmez. Kötü anayasanın bazı iyi maddelerini olması mümkündür. Dolayısıyla hiç kimse, “Karşı olduğunuz anayasaya uymuyor diye bir yöneticiyi niçin eleştirirsiniz?” diyemez.
Son hadiselerde adalet sistemiyle çok oynandı. Yüzlerce, belki de binlerce hâkim ya da savcı yer değiştirdi. Bu yer değiştirmeler sistemin fıtrî seyri içinde olmadı. Yanlışta ısrar etmek ne geçmişte, ne de gelecekte kimseye fayda vermez. Adaletin tesis edilmediği yerde, asayiş de olmaz.
Hadisenin hukukî ayrıntıları bilemeyiz, ancak muhalif yayın yapıyor diye bir medya grubuna kayyum tayin edilmesi Türkiye’nin alışık olmadığı bir durum. Ortada suç ya da suçlu varsa, yürürlükteki kanunlar kayyım tayini olmadan bunu cezalandırmak için yeterli değil mi? Hem bazı adımlar, atıldığı ‘süreç’e göre değerlendirilir. Başka bir vakitte, başka bir iklimde bu ya da benzeri adımlar atılmış olsa farklı değerlendirmeler yapılabilirdi. Seçime sayılı gün kala atılan bu adımlar, akla başka soruları da getiriyor.
Dün yazılan bazı tweetlerde ve yapılan yorumlarda Türkiye’nin 1950 öncesi günlere sürüklenmek istendiği ifade ediliyordu. Kimileri bunu çok uçuk bir tesbit olarak görebilir, ama “Ben ne dersem o olur”‘ anlayışının hüküm sürmesi bakımından bu ihtimal vardır.
Elbette sular tersine akamaz ve yanlışların ömrü kısa olur. Türkiye’nin 1950 öncesi anlayışa dönmesi mümkün değil. O anlayışı sürdürmek isteyenler eşyanın tabiatına aykırı davranmış olur. Ülkemiz çok daha iyi seviyelere çıkmak durumundadır. Hak, hukuk ve adalet yolundaki yolculuğumuz mutlaka devam etmelidir. Bu ya da benzer icraatların yanlış olduğu inşallah kısa sürede anlaşılır. Türkiye’yi idare edenler bu noktadaki ikazları dikkate almak durumunda. Hırs ile hareket edenler hem kendilerine hem de memlekete zarar vermiştir. Hukuksuzluk bir bumerangdır ve dönüp dolaşıp hukuksuzluktan medet umanları da vurur.
İktidarların her ülkede, muhalif seslerin ise sadece demokrasilerde olduğu ne çabuk unutuldu?