Bu kadar yanlışın iç içe girdiği, çözülmesi zor bir hal aldığı devirler çok azdır.
Kanlı terör örgütünün işlediği cinayetler her türlü tepkiyi hak ediyor. Ancak bu tepkiyi ortaya koyarken yeni yaralar açmamak asıl olmalıdır.
Sükûnet çağrıları yapanlar olduğu gibi, bazıları da sokağa çıkıp slogan atmayı tercih ediyor. Sokakların tekin olmadığını bilenler biliyor. Bu noktada en çarpıcı hadiseler 12 Eylül öncesinde yaşanmıştır. Aynı silâhla sabah bir grubun, akşam başka bir grubun tarandığı ya da cinayetler işlendiği kayıtlara geçmiştir. Terör, sisli ve bulutlu havaları sever. Sokak ve gece bir araya geldiğinde kitleleri kontrol etmek, ‘müsbet hareket’ çizgisinde tepki ortaya koymak imkânsız hale gelir.
12 Eylül 1980 öncesinde bu tuzağa düşen bazıları, bugünlerde sokağa çıkanları uyarıp ikaz ediyor. “Biz ağır bedeller ödedik, siz de tuzağa düşüp ödemeyin” anlamındaki çağrılar mutlaka karşılık bulmalı ve teröre tepki destek olmamak suretiyle ortaya konulmalı. Ne kadar kişi sokağa çıkar ve hadiseler çoğalırsa, bundan terör örgütü ve örgütleri istifade eder.
Türkiye’yi idare edenler başta olmak üzere herkesin ‘keşke’ dememesi için elini çabuk tutmasında fayda var. Kargaşa nasıl önlenir? Kimden gelirse gelsin, yanlışa itiraz ederek. Kim yaparsa yapsın, yanlış yapana hak ettiği cezayı vererek. Ve adalet sistemini adil, hızlı ve hızla işleterek...
Duyan herkesin yanlış olduğunda ittifak ettiği bazı yanlışlar karşısında, idarecilerin daha hızlı hareket ederek bunu yapanları kınaması gerekmez mi? Meselâ, bir yazar köşesinde, başka bir yazar hakkında en ağır ithamlarda bulunabiliyor. Böyle ithamları duyan idarecilerin, siyasetçilerin en yüksek perdeden ve bir dakika bile gecikmeden itiraz etmesi gerekmez mi? Geç kalan itirazların, kınamaların bir anlamı olur mu?
Bu yazının yazıldığı ana kadar yetkililerce yalanlanmayan başka bir habere göre Muğla’da serada çalışan bir kişi, kıyafeti terör örgütü kıyafetine benzetildiği için dövülmüş, elbiseleri parçalanmış. Yetmemiş, saldırganlar bu işçiye, M. Kemal’in heykelini öptürmüşler... (Milliyet, 8 Eylül 2015)
Bu ve benzeri sıra ile yanlışlar, hatalar, provokasyonlar yaşanıyor. Bir kişiyi dövmek ve heykel öptürmek nasıl bir çözüm? Bundan daha vahim olan, bu yanlışı yapanlara anında itiraz edilmemiş olmasıdır. Türkiye’yi idare edenler bu ‘küçük’ haberlerle ilgilenmez ve adaleti temin etmeye gayret sarfetmezlerse yanlışlar çoğalmaya devam eder ve ‘keşke’ demek durumunda kalınır. Terörle ve teröristlerle heykel öptürerek mücadele edilebileceğini düşünmek mümkün mü?
Sahneye konulan yanlışı, hatayı ve provokasyonları görenler var. Hatta yaptıkları açıklamalarla bu yanlışlara itiraz edenler de var. Fakat bütün bu itirazları bir araya getirip, güçlü bir ‘Yanlışa hayır’ diyen çıkmıyor. Nasrettin Hoca misali, un var, tuz var, su da var; ama bunları bir araya getirip ‘helva’ yapan yok.
Çözüm bellidir: Önce yangın söndürülmeli. Sonra yangın soğutulmalı. Sonra yangın sebebi tesbit edilmeli. En sonunda da yangının tekrarlanmaması için gerekli tedbirler alınmalı.
“Bu yol çok uzun, biz bu kadar bekleyemeyiz” diyenlere, geride bıraktığımız uzun yılları hatırlatırız. Doğru teşhis ve doğru tedavi uygulanmadan terörü bertaraf etmek mümkün değil. Kalıcı çare, uzun soluklu gayretle mümkündür...